© Alevi Haberler

Alirıza Özdemir yazdı: Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında Alevi ocaklarının rolü

Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Önceki Dönem Başkanı Alirıza Özdemir, Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında Alevi ocaklarının oynadığı kritik rolü ele alan kapsamlı bir makale kaleme aldı.

Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Önceki Dönem Başkanı Alirıza Özdemir, Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında Alevi ocaklarının oynadığı kritik rolü ele alan kapsamlı bir makale kaleme aldı. Özdemir, bu süreçlerin yalnızca askeri zaferlerle değil, yoğun Türk göçleri, kültürel dönüşüm ve Alevi ocaklarının etkili örgütlenme modeli sayesinde gerçekleştiğini vurguladı.

İşte Alirıza Özdemir'in o makalesi:
ANADOLU’NUN TÜRKLEŞMESİ VE İSLAMLAŞMASINDA ALEVİ OCAKLARININ ROLÜ

Giriş
Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında Alevi ocaklarının rolünü açıklamadan önce birkaç hususun altını çizmek isterim.
Birincisi: Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması sadece askeri zaferler sonucunda gerçekleşen bir süreç değildir. Bölgeye akın akın yapılan yoğun bir göç hareketinin ve bu harekete paralel olarak gelişen kültürel bir dönüşümün sonucudur. Eğer sadece askeri zaferler söz konusu olsaydı Anadolu’da Türk hakimiyeti kısa sürer, Türklük de bu bölgede kısa sürede silinir giderdi. Oysa Anadolu’da siyasi birliği sağlayarak en uzun süre egemen olan millet Türklerdir. Yaklaşık bin yıldır süren bu egemenlik, yoğun Türk göçünün yanında Türk devletlerinin iskân siyasetleriyle de ilgilidir.

İkincisi: Türkler iki koldan ve iki büyük göç dalgası halinde yeni yurtları Anadolu’ya girdiler. Birinci kol Anadolu’nun doğusundan, asıl ve ikinci kol ise Anadolu’nun güneydoğusundan gerçekleşti. İlk dalga Malazgirt zaferini takiben, ikinci ve asıl büyük dalga ise Moğol saldırısıyla yaşandı. Bugün Alevi-Bektaşi adını verdiğimiz zümrelerin ataları ise büyük oranda ikinci büyük göç dalgasıyla Anadolu’nun güneydoğusundan yeni yurtlarına girdiler.

Üçüncüsü: Türkler yeni yurtlarına aileleri ile birlikte kalabalık kitleler halinde, tüm kültür varlıklarıyla “bir evden bir eve taşınır gibi” yani yine bir millet halinde geldiler. Türkler Anadolu’ya geldiğinde Anadolu’da iki nedenden dolayı nüfus son derece azdı ve bu sayı ancak 5 (beş) milyon kadardı. Nüfus azlığının birinci nedeni yakın zamanda Anadolu yaşanan ağır veba salgını, ikinci nedeni ise sonu gelmek bilmeyen savaşlardı.

Dördüncüsü: Anadolu’nun Türkleşmesi bir süreçtir. Yani Anadolu, bir veya birkaç on yılda Türkleşmiş değildir. Bu süreç, en azından birkaç yüz yıl devam etmiştir.
Türkler, Anadolu’nun içlerine ve kıyı kesimlerine doğru ilerledikçe burada meskûn olan topluluklar daha batıya göç etmek zorunda kaldılar. Ermeniler gibi Bizans devleti ile sorun yaşayan halkları dışarıda bırakırsak bunların önemli kısmı batıya doğru sıkıştılar ve işin sonunda Balkanlara geçmek zorunda kaldılar. Bu şekilde etnik yapısı çok hızlı şekilde değişen Anadolu’da Türklük hâkim hale geldi.

Çağdaş bir Gürcü kaynağı, Anadolu’nun hızlı değişen etnik yapısını şöyle anlatmaktadır: “Türklerin kudreti dolayısıyla Rumlar, Şarktaki bütün şehir ve kalelerini bırakıp gidiyor; bu bölgeleri Türklere terk ediyor ve onların buralara yerleşmelerine imkân sağlıyorlar.”

Anadolu’ya asıl Türkmen göçü, Cengiz Han’ın (1162-1227) batıya doğru yönelmesiyle gerçekleşti. Cengiz Han’a yenilen Celalettin Harzemşah, yanında bulunan büyük bir Türk/Türkmen kitlesiyle Doğu Anadolu’ya girdi. Tarihçi Halil İnalcık’a göre, bu ikinci Türkmen göçü, Anadolu’da demografik bir devrim yaratmıştır. Öyle ki, 1279 yılında Anadolu’nun doğusundan geçen Marco Polo, Anadolu’yu “Turkmenia” şeklinde kaydetmiştir.

Özetle Malazgirt zaferinden hemen sonra Anadolu’ya yapılan Türk göçleri Anadolu’nun doğu, iç ve kısmen de batı bölgelerini Türk iskanına açmış, Moğol istilası öncesinde yapılan ikinci büyük Türk göçü ise önceki iskanı kuvvetlendirdiği gibi bu iskanının kıyı şeridine yerleşmesini de sağlamıştır.

Alevi ve Ocak Kavramları

Bu çalışma iki temel kavram üzerine inşa edilmiştir. Birincisi Alevilik, ikincisi ise ocak kavramıdır.
Arapça kökenli Alevi kavramı, dar anlamda Hz. Ali’nin soyundan gelenleri, geniş anlamda ise Hz. Ali’nin taraftarlarını ifade etmek için kullanılmıştır. Bugün Türkiye ve çevre bölgelerde Alevilik olarak adlandırılan sosyal yapı, Türkistan’da Ahmet Yesevi’nin oluşturduğu gelenek üzerinden Babailik, Bektaşilik, Safevilik ve Kızılbaşlık gibi alt grupları kapsayan çatı kavramdır.

Türkçe bir kelime olan ocak ise Alevilikte sosyal yapının temelini teşkil eden bir örgütlenme modelidir. Hz. Muhammed’in soyundan gelen ve ocakzade olarak adlandırılan geniş ailelerin etrafında örgütlenen toplulukları bir bütün halinde ifade eden bu sosyal örgütlenme modeli, Anadolu’nun Türkleşmesinde ve İslamlaşmasında da önemli rol oynamıştır.

Alevi ocaklarının ne zaman ve ne şekilde oluştuğu konusunda tartışmalar sürmektedir. Bununla birlikte Alevilerin kolektif belleğinde Alevi ocaklarına ad veren ulu ataların Horasan bölgesinde seyitlerle Türkmenlerin evliliklerinden dünyaya gelen evlatları olduğuna dair geleneksel bir bilgi vardır. Gerçekten de bugün de adlarına Alevi ocakları bulunan Dede Garkın, Hacı Bektaş Veli gibi birçok erenin Horasan’dan Anadolu’ya göç ederek geldikleri tarihsel olarak da sabittir.
Ocakların kökenleri, en azından beslendiği kökenler Horasan bölgesi olsa da Alevi ocaklarının oluşum yerleri Anadolu ve çevre bölgelerdir. Çünkü ocaklara adlarını veren erenlerin yaşadıkları zaman dilimleri ve yaşadıkları bölgeler, Alevi ocaklarının oluşum tarihi ve bölgesi hakkında en azından fikir vermektedir.
Ocakların oluşumunu belli dönemlere ayırmak mümkün değildir. Çünkü varlığını kesintisiz şekilde devam ettiren ve kendini sürekli üreten ocaklar, kendi bünyelerinden yeni ocakların ortaya çıkmasına da vesile olmuştur. Bundan sonra da yeni ocakların ortaya çıkmasında bir engel yoktur. Klasik tarikatlarda zorunlu olan icazetname, sancak, sofra, alem, hilat gibi alametlerin yanında Alevi ocaklarının oluşumu için birkaç koşul daha gerekmektedir:

1) Veli, gerçek, eren, evliya gibi sıfatlarla anılan keramet sahibi karizmatik bir ocakzadenin varlığı,
2) Keramet sahibi ocakzadenin uyguladığı özgün bir erkanının olması,
3) Keramet sahibi ocakzadeye bağlı bir talip/mürit topluluğunun bulunması,
4) Bu ocakzadenin erkek evlatları üzerinden soyunun ve erkanının yürümesi,
5) Talip/mürit topluluğunun aileler halinde keramet sahibi ocakzadenin evlatlarına bağlılığını sürdürmesi.

Alevi ocaklarının oluşum sürecini, ocaklara adını veren erkan sahibi karizmatik ocakzadelerin yaşadıkları zaman dilimi ile başlatabiliriz. Evlatları üzerinden erkanın birkaç nesil sürdürülmesini bir ocağın oluşması için gerekli süreç olarak kabul etmemizde de herhangi bir engel bulunmuyor. Ocakların oluşum bölgelerini ise ocaklara adını veren erkan sahibi karizmatik ocakzadelerin yaşadıkları ve kabirlerinin bulunduğu bölgeler olarak kabul etmemiz gerekir. Ocakların yayılma şekillerini ise tarihi kaynaklardan takip etmek ve bugünkü meskûn oldukları bölgelere bakarak tespit etmek pekâlâ mümkündür.

Adlarına ocak kurulan karizmatik kişilerin birden fazla yerde türbe veya makamının olması gerçek mezarını net şekilde tespit etmemizde bir karışıklık yaratsa da aslında bunu bir avantaj olmak görmek gerekir. Aynı erenin adını taşıyan birden fazla türbe, eğer isim benzerliği yoksa, muhtemelen o erenin evlatlarından birinin kabridir. Türbe olmayan makamlar ise adı anılan erenin, orada bir keramet gösterdiğine işaret eder. Böylece hem söz konusu erenin yaşadığı yerleri hem de adına kurulan ocağın yayılma alanlarını tespit etmemizde bize büyük bir imkân sunar.

Alevi ocaklarının oluşum sürecini 12. yüzyıl ile başlatıp günümüze kadar getirmekte bir beis yoktur. Bu bağlamda ocakların oluşum süreçlerini belli dönemlere ayırmak doğru değildir. Çünkü ocaklar sürekli olarak kendini üreten ve tarihsel süreç içinde yeni ocakların oluşmasına da imkân veren bir dinamiğe sahiptir. Nitekim tarih içinde birçok ocak farklı ocaklara bölünmüş ve erkan sahibi karizmatik yeni ocakzadelerin bereketi ile üretim sürekli devam etmiştir.

Anadolu’yu hatta Balkanları Türkleştiren ve İslamlaştıran erenlerin tek başına yaşayan dervişler olduğu yönündeki kanaat, güncel çalışmalarla yalanlanmıştır. Adı öne çıkan bu dervişlerin, birkaç istisna dışında, aileleri, boyları ve talipleri ile bir yerden bir yere gidip yerleştiği ve iskân faaliyetlerine dahil olduğu konusu büyük oranda aydınlatılmıştır.

Anadolu’nun Türkleşmesinde ve İslamlaşmasında Alevi Ocaklarının Rolü

Türklerin Alevi meşrep bir İslam anlayışına sahip olmasında en büyük rollerden biri hiç şüphesiz Ahmet Yesevi’ye aittir. Başta Dede Gargın, Baba İlyas ve Hacı Bektaş Veli olmak üzere birçok Horasan ereni Yesevi geleneğini takip etmiştir. Bunların dışında Abdal Musa, Baba Mansur, Hacı Murad-ı Veli, Hasan Dede, Hamza Baba, Haydar Sultan, Hayrani, Hubyar Sultan, Keçeci Baba, Seyyid Baba, Şeyh Çakır Sultan, Şeyh Hasan Onar, Şeyh Ahmet, Teslim Abdal gibi birçok Alevi-Bektaşi ulusunun Ahmet Yesevi ile bağı vardır.

Anadolu’nun Türkleşmesinde ve İslamlaşmasında rol oynayan Alevi ulularından ve bunların adlarına kurulan ocaklarından erken dönemde varlık gösteren toplam 7 (yedi) tanesini ele almakla iktifa edeceğiz. Tüm ocaklar için benzer çalışmalar yapılıp, Anadolu’nun Türkleşmesinde ve İslamlaşmasında Alevi ocaklarının rolü kamilen ortaya konulabilir.

Hakkında bilgi vereceğimiz ilk ocak Ağuiçen (Seyyid Temiz) ocağıdır.

Diyarbakır’ın merkez Şarabi köyünde elde edilen Ağuiçen ocağına ait bir şecere 1150 (Mart ayına) yılına tarihlenmiştir.
Gerçek adı Seyyid Temiz olan Ağuiçen, geleneğe göre Seyyid Lokman Perende’nin torunudur. Anadolu’ya diğer erenler gibi Horasan’dan geldiği bilinmektedir.
Ocağın merkezi Hozat’ın Bargini ve Elazığ’ın Sün (Sin) köyündedir. Ocağın kurucusu ise Seyyid Hasan olup, türbesi de Sün köyde bulunmaktadır.
Ağuiçen ocağına mensup ocakzade aileler ve ocağa bağlı talipler Adıyaman, Tunceli, Malatya, Amasya, Erzincan, Diyarbakır, Sivas, Elâzığ ve Kahramanmaraş gibi illerde yaşamaktadır.

Hakkında bilgi vereceğimiz ikinci ocak Dede Garkın ocağıdır.

Asıl adı Numan olan Dede Garkın, boyu ve kendisine bağlı kitlelerle birlikte Moğol işgalinden önce (12-13. yy) Horasan’dan önce Hoy’a oradan da Anadolu’ya gelmiştir. Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alaaddin Keykubat, onun gücünün ve etkinliğinin farkına varıp onu ve boyunu Elbistan’a yerleştirmiş ve 17 köyü “ikta” olarak vermiştir.

Kabri Mardin’in Derik ilçesine bağlı eski adı Dede Garkın olan Dedeköy’dedir.

Dede Garkın’ın 13. yüzyıldaki etki alanı; Selçuklu, Akkoyunlu, Karakoyunlu ve Dulkadirli coğrafyasıdır. Bu coğrafyanın neredeyse tamamının Osmanlı Devleti’ne dâhil olmaya başlaması en az üç asır sürmüştür. Dede Garkın Ocağı’na bağlı talip toplulukları başta Malatya olmak üzere, Adana, Adıyaman, Amasya, Ankara, Aydın, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Erzurum, Eskişehir, Gaziantep, Kahramanmaraş, Kilis, Manisa, Mersin, Sivas, Şanlıurfa, Tokat, Yozgat ve Halep bölgelerinde yer almaktadırlar.

Anadolu’nun Türkleşmesinde ve İslamlaşmasında en önemli rol, hiç şüphesiz Hacı Bektaş Veli ve ocağına aittir.
Horasan kökenli olup 13. yüzyılda (1209-1271) yaşamıştır. Kabri, Nevşehir iline bağlı Hacıbektaş ilçesinde (eski adıyla Sulucakarahöyük) bulunmaktadır. Bugün de kabri, her yıl milyonlarca insan tarafından ziyaret edilmektedir.

Anadolu'daki Bektaşilik Tarikatı'nın kurucusu ve tüm Alevi-Bektaşi ocaklarının "Serçeşme"si (Ana Kaynağı) kabul edilir. Etki alanı Anadolu ve Balkanların tamamına yayılmıştır. Ocağa bağlı talipler, dünyanın her yerinden Hacıbektaş ilçesine gelmektedirler.

Seyyid Mahmud Hayrani ve Hacı Kureyş Ocağı üzerinde duracağımız bir başka ocaktır.

13. yüzyılda yaşayan (ö. 1268/69) Seyit Mahmud Hayrani, Horasan’dan Anadolu’ya göçen erenlerdendir.
Kabri, Konya’nın Akşehir ilçesindedir. Seyyid Mahmud Hayrani Türbesi, Selçuk dönemine ait anıtsal kümbet/türbe örneklerinden biridir.
Seyyid Mahmut Hayrani adına bir ocak yoktur. Ancak onun soyunda gelen Hacı Kureyş adına bir ocak vardır ve bu ocak, Tunceli, Gaziantep, Malatya, Adıyaman, Erzincan gibi illerde etkindir.

Güvenç Abdal Ocağı da konumuz açısından önem arz eden bir başka ocaktır.
13. yüzyılda yaşamıştır. Hacı Bektaş Veli'nin dervişi ve halifesidir.

Kabri, Hacıbektaş Dergâhı içinde bulunmaktadır. Ayrıca Gümüşhane'nin Kürtün ilçesi Güvende Yaylası'nda da makamı/türbesi mevcuttur.
Güvenç Abdal Ocağı, Kuzey Anadolu ve Karadeniz bölgesinde (özellikle Çepni Türkmenleri arasında) etkindir. Gümüşhane, Giresun, Ordu, Tokat, Trabzon gibi illerde ocakzade aileleri ve talipleri vardır.

Garib Musa Horasanî (Seyyid Garib Musa) Ocağının Anadolu’nun Türkleşmesindeki etkisi de bilinmektedir.
13. yüzyılda yaşadığı tahmin edilen Garip Musa, Horasan’dan Anadolu’ya göç eden erenlerden biridir.
Kabri, Sivas'ın Divriği ilçesi Güneş Köyü’ndedir.

Bu ocağın mensupları ve talipleri Ankara, Antalya, Ardahan, Bilecik, Çankırı, Çorum, Düzce, Erzincan, Erzurum, Eskişehir, Gaziantep, İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Kars, Kırıkkale, Kırşehir, Kütahya, Malatya, Manisa, Mersin, Nevşehir, Sivas, Yozgat, Yozgat, Zonguldak, Halep gibi yerlerde bulunurlar.

Son olarak Seyyid Cemal (Derviş Cemal) Ocağı hakkında bilgi vermek isterim.
13. yüzyılın ikinci yarısında yaşadığı tahmin edilmektedir. Hacı Bektaş Veli’nin halifelerindendir.
Kabri, Afyon – İhsaniye – Döger beldesindedir. Ayrıca birçok yörede türbe ve makamı vardır.
Kütahya, Afyon, Tunceli, Erzincan, Eskişehir ocağın etkin olduğu bölgelerdir.

Sonuç
Özetle ifade etmek gerekirse Anadolu’nun Türkleşme ve İslamlaşma süreci, askeri fetihlerin yanı sıra kitlesel göçler ve bu göçleri organize eden dini/toplumsal örgütlenme modelleri üzerinden geniş bir zaman dilimine yayılarak aşamalı olarak gerçekleşmiştir. Bu bağlamda Ahmet Yesevi’nin ocağında pişen erenler, sürecin en kritik aktörleri olarak öne çıkmaktadır. Söz konusu sürecin sadece dervişlerin bireysel çabalarıyla değil aileleri, boyları ve sosyal yapılarıyla birlikte Anadolu’ya intikal eden gruplar vasıtasıyla ve onların etrafında örgütlenen Alevi ocakları ve “ocak sistemi” sayesinde başarı sağlanmıştır.
Söz konusu ocaklar, Anadolu’nun Türkleşmesinde, yalnızca nüfus nakliyle değil yerleşik Hristiyan nüfusla kurulan ilişkilerde de bir aracı ve güven unsuru olarak işlev görmüştür. İslamlaşma süreci, katı ve kuralcı bir medrese anlayışından ziyade hoşgörüyü, insan sevgisini ve erenlik mertebesini ön plana çıkaran irfani bir İslam yorumu üzerinden ilerlemiştir. Ocakzade dedeler, bu yorumun hem teorik önderleri hem de pratikteki uygulayıcıları olarak etkin bir dinî hayatın sürekliliğini sağlamıştır.

Hacı Bektaş Ocağı başta olmak üzere Alevi ocaklarının, Anadolu’da kurumsal bir kimlik kazandırdığı bu örgütlü yapının, Anadolu’nun Türkleşmesinde ve İslamlaşmasındaki başarılı rolünü vurgulamak gerekir. Ocak sisteminin sadece tarihte kalmamış başta Hacı Bektaş Veli Ocağı olmak üzere Anadolu ve çevre bölgelerde günümüze kadar canlı bir şekilde yaşamıştır.
Beni sabırla dinlediğiniz için hepinize teşekkür ederim.

Dipçe: Özetlenmiş bu metin, genişletilmiş haliyle kitap bölümü olarak yayımlanacaktır.

Kaynak: https://x.com/etnojenez/status/1979452663440773328

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER