İlhan Cem Erseven 11 yıl önce yazdı: Hacı Bektaş Veli’yi anma törenlerinin ardından...

Araştırmacı yazar, Alevi toplumunun yüz akı aydınlardan İlhan Cem Erseven, bundan 11 yıl önce, 2014 yılında, Hacı Bektaş Veli anma törenleri hakkında kapsamlı bir yazı kaleme almıştı. Geçmiş ve geleceğimize ışık tutabilecek bu yazıyı okurlarımıza sunuyoruz:
HACI BEKTAŞ VELİ’Yİ ANMA TÖRENLERİ’NİN ARDINDAN….
1964yılında kutlanmaya başlanan ve daha sonra gelenekselleşen “Hacı Bektaş Veli’yi Anma Törenleri”, Alevi-Bektaşi katılımı açısından en yoğunluklu bir toplumsal etkinliktir. Yüzyıllardır Alevi-Bektaşi inancının merkezi olan, “Serçeşme” sayılan Hacıbektaş ilçesi, özellikle 3 gün boyunca yurtiçi ve yurtdışından gelen canların bir araya geldiği, sosyal dayanışma içinde olduğu, topluluğa ait olma hissini daha çok duyduğu ve bundan hoşnut olduğu, inancı doğrultusunda tapınımını (delikli taştan geçme, türbeyi ziyaret etme, adak sunma, ağaçlara bez bağlama, vb..) yerine getirip mistik açıdan ruhen arındığı ayinsel ritüellerin de (cem ve semah gösterisi) yerine getirildiği bir mekana dönüşür.
Bu yıl, ulusal düzeyde 51., uluslararası düzeyde ise 25. yıldönümü etkinliği yapıldı. 1979 yılından beri yakından izlediğim ve gözlemlediğim anma etkinlikleri, 12 Eylül darbesine dek düzenlenenler hariç, ne yazık ki Hacı Bektaş Veli’nin düşünce ruhuna ve felsefesine tam hitap etmemektedir. Kuşkusuz bunun, Hacıbektaş ilçesinin yerel konumu, inançsal yapısı, belediye başkanlarının yerel ve siyasi önder gibi kimlik taşımaları, törenlerin içinde ve dışında yer alan Alevi-Bektaşi örgütlerinin olaya bakışları gibi birçok nedenleri vardır. Bu nedenlere girmeden kısaca, Hacı Bektaş Veli’yi anma etkinliklerinin dün’üne bir bakalım.
Bilindiği gibi Cumhuriyet’in kuruluşunun ardından 1925’te çıkarılan Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasına dair bir yasayla Bektaşi tekke ve dergahları da kapatılır. Bunların başında, tüm tekke ve dergahların, ocakların serçeşmesi sayılan Hacı Bektaş Veli dergahı (Hacıbektaş) da tüm külliyesiyle birlikte kapatılır. 39 yıl sonra, HBV türbesi, 16 Ağustos 1964’te müze olarak açılır. Tekke, müze olarak açılmasına karşın bu tarihten itibaren ilçede, bu yolla Alevi ve Bektaşilerin kendilerini devlete ve halka kabul ettirme fırsatı yakalayabildikleri bir dizi etkinlikler düzenlemeye başlarlar. Mevlana’yı anma etkinliklerinde olduğu gibi Hacı Bektaş Veli de büyük “Türk tasavvuf düşünürü” olarak kabul edilir, festival de turistik bir etkinlik olarak sunulur (Salman, 2007:64). İlk başlarda inançsal içerikli değildir, daha çok bir Cumhuriyet, bir 23 Nisan bayramı kutlamalarına benzemektedir. Her tarafta Türk bayrakları ve Atatürk posterleri asılıdır. Çeşitli folklor ekipleri, davul zurna eşliğinde ilçede tur atmaktadır (Belediye eski başkanı Nafiz Ünlüyurt’un anlatımı, bkz:Salman, 68).
Daha sonraki yıllarda kurulan Hacıbektaş Turizm Derneği, HBV’yi anma etkinliklerinin turistik yapıdan kurtarılmasında büyük rol oynar. Tabii bu kolay olmaz. Açılış törenine devlet, üst düzeyde (Adalet bakanı Sedat Çumralı, Turizm ve Tanıtma Bakanı A. İhsan Göğüş, Başbakan Yard. Dr. Kemal Satır) katılır. Tüm bunlara karşın yine de törenle ilgili bazı yaptırımlarını, baskıcı tutumunu gizlemez. Örneğin o dönemde Müze Müdürlüğü yapan Ali Sümer (Hakk’a yürüdü), etkinlikle ilgili anılarında devletin tutumunu şöyle anlatır:
“Hacıbektaş Turizm Derneği’ne bütçeden 50 bin lira çıkıyordu. Ozanlar falan geliyordu. Onların yeme içme masrafları vardı, bir de bağışlar oluyordu tabi. Kendi aramızda komiteler kuruyorduk. Bir kısım, misafir ağırlamaya bakıyordu, bir kısım konaklamaya. İlk acemilik ya, nerde kalacak insanlar dedik. Belediye yardımcı oluyordu. Bir büro kurduk. Evlerde istatistik yaptık. Dedik kaç kişi alabilirsiniz? Mesela siz geliyorsunuz, biz beş kişi kalacağız diyorsunuz. Biz listeye bakıp beş kişi alabilecek bir eve gönderiyoruz. Gelenlerden konaklama için para almayı düşündük. 5 liraysa dördü ev sahibine, biri komiteye. Hacıbektaşlılar karşı çıktılar. Misafir Ali’dir, Allah’tır, Muhammed’dir. Eski köye yeni adet mi getirdiniz? Diye karşı çıktılar. (…) Komite başkanı valiydi. Programı Bakanlığa sunuyordu, kabul edilmezse para vermiyorlardı. O yüzden biz semahın ismini değiştirdik. Semah lafını programda kabul etmediler, kaldırın, yoksa yaptırmayız dediler. Biz de Hacıbektaş folkloru yazdık, o şekilde kabul edildi.” (Salman,68)
Bu durum 1970’lere dek sürer. O yıllarda Bektaşilikten, semahtan çok az söz edilebiliyordu. Çünkü, bir korku vardı. O günlerin atmosferini, Hacıbektaş Belediyesi eski başkanlarından Nafiz Ünlüyurt şöyle anlatır:
“Bir korku vardı o zaman, bölücülüğe giriyor, şuna giriyor, buna giriyor diye. Mesela buraya ilk semahı, Karacaahmet Derneği getirmişti. Kırat semahı, Turnalar semahı diye bir semah vardı. İlk defa görüyorduk, hayretle izliyorduk. Aşık Daimi diye bir sanatçı vardı, o örgütlüyordu bu işi. O semahlar da semah değil, folklor adı altında programa konuluyordu. Valinin, kaymakamın denetimi çok fazlaydı, semah adının yazılması bile sakıncalı görünüyordu.” (Salman, 69)
Sümer ve Ünlüyurt’un anlatımlarında gördüğümüz bu baskıcı tutum,1974’e kadar sürer. 1974’te Hacıbektaş Turizm Derneği’nde yönetim değişikliği olur ve bu değişiklik, 1974-80 arasındaki şenliklere de yansır. Etkinliğin adı, Hacıbektaş Kültür ve Sanat Etkinlikleri olarak değişir. Bu yıllarda yapılan şenlikler, her ne kadar ideolojik bir yön taşısa da HBV anısına ve adına yakışır bir etkinlik olmaya doğru gider ve bugünkü aşamaya gelir. 1979 yıllarında benim de üyesi olduğum ve hatta semah ekibinde yer aldığım derneğin, o yıl yaptığı anma etkinliğini, o yıldan bu yana geçen süreç içinde görkemli, içeriği dolu, saygın konukları olan bir etkinliğe henüz rastlamadım. O yıl yapılan etkinliklerde tanınmış sinema, edebiyat ve müzik dünyasından isimler katılmış, köylerde ve mahalle aralarında tiyatro gösterileri, yine sanatçıların yer aldığı kahve toplantıları yapılmıştı. Her tarafta bir sanat, bir kültür ve Hacı Bektaş Veli izine rastlanıyordu. O yıllar fakülte öğrencisiydim. 1979 ve1980 etkinliklerinde Can Yücel, Bekir Yıldız, Aytaç Arman, Halil Ergün gibi isimlerde tanışma ve Çetin Öner, Abdülkadir Bulut, Ümit Kaftancıoğlu’yla dost olma onuruna kavuştum. Hatta 1980 etkinliğine, ölene dek dostluğunu sürdürdüğüm şair Hasan Hüseyin Korkmazgil’le birlikte gitmiştim. Bu etkinlikle ilgili gözlemini, duygularını Yapıt dergisinde yazmış ve benden de söz etmişti. Çünkü izlediği semah ekibinde ben de vardım.
12 Eylül 1980 darbesinden sonra anma etkinliğinin biçimi ve içeriğide ister istemez değişir, cuntanın gölgesi hep dolaşır. Etkinlikler, kaymakamlığın yönetiminde yapılır. İçerik olarak Hacı Bektaş Veli düşüncesinden öte daha çok Türk-İslam sentezi doğrultusunda bir etkinlik gerçekleşir. Programda mehter takımının yer alması, semah ekibi diye getirilen Arnavutluk semah ekibinin gerçekte halk dansları ekibi olması ve sahnede oryantal dans sergilemesi ve bu nedenle yuhalanması, Hacı Bektaş Veli’yi zorla “Sünni”gösteren panellerin düzenlenmesi, her konuya Türk-İslamcı açıdan bakılması (özellikleKültür Bakanı Gökhan Maraş dönemi) gibi etkinliklerle sekteye uğratıldı. Bu durum, 1989’a dek sürer. 1989 yılında, Özal hükümeti döneminde, Hükümet, şenliği dikkate alır. Bu tutum, Türkiye tarihinde bir hükümetin bir halk şenliğini tanıması demekti. Araştırmacı-yazar Nejat Birdoğan’ın da dediği gibi, “16 Ağustos 1989 etkinliği, Alevi ve Bektaşilerin kurbanlarıyla, lokmalarıyla, dem, deyiş ve semahlarıyla biraz da olsa geçmişlerini anımsadıkları” bir etkinlik olur. (Birdoğan, Cumhuriyet,16 Ağustos 1989) Hükümet, etkinliği ciddiye almıştır, ama yine kendi politikalarını uygulamaktan da vazgeçmemiştir. Dönemin Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek, 1989’daki şenlikte yaptığı açış konuşmasında, “Osmanlı İmparatorluğunun Yeniçeriler aracılığıyla büyük zaferler kazanmasında Alevilerin de etkisi olduğunu ve Hacıbektaş ilçesinde düzenli bir semah ekibi kurmak ve ayrıca yeni bir cami yaptırmak niyetinde olduklarını” söyler. (Aktaran: Salman, 86)
Devletin soluğunun hemen hemen hissedilmediği HBV’yi anma etkinliklerinin çehresi, 2 Temmuz 1993’te Sivas-Madımak otelinde 35 insanın topluöldürüm eyleminden sonra tümüyle değişir. O yıl, olayların yarattığı acı ve provokasyon olasılığı nedeniyle buruk geçer. İlçenin giriş ve çıkışları, jandarma ve polislerce denetim altına alınır, kimlik kontrolleri yapılır, ilçede bazı binaların üst katlarında özel timlerin bulunması dikkat çeker.Törenin açılışında bir konuşma yapan, dönemin Başbakan Yardımcısı Prof.Dr.Erdal İnönü, “Türkiye’nin laiklikten ödün vermeden yürüdüğünü” belirten konuşması, “Sivas’ın hesabı sorulacak”, “Katil devlet”, ”Sivas şehitleri ölümsüzdür”sloganlarıyla kesilir. Konuşmanın bitiminde sanatçılar ve semah ekipleri geçit töreni yaparlar ve bu sırada halk ozanları sazlarını havaya kaldırarak Sivas katliamını ve devleti protesto edeler. (Cumhuriyet, 17.8.1993, aktaran: Salman) Ertesi yıl devlet törenlere Cumhurbaşkanı düzeyinde katılır. Cumhurbaşkanı Demirel’in katılımıyla Hacıbektaş ilçesi, politik hesapların yapıldığı, çeşitli sözlerin verildiği, taleplerin dile getirildiği bir mekan haline dönüştürülür. 1994’teki törenlerde Cumhurbaşkanı Demirel de bir konuşma yapar, 1993 Sivas olaylarını kınar. Sivas olayları sırasında, “polisle halkı karşı karşıya getirmeyin” diyerek gerekli müdahalede bulunmamış, sanki göz yummuştu.
Artık 1994 yılından itibaren, Hacı Bektaş Veli’yi anma etkinlikleri,program içeriği zayıf da olsa her yıl aynı duygu, inanç ve coşkuyla kutlanmaya devam eder.
1994 yılında yapılan törenlerle birlikte her yıl geleneksel olarak verilmek üzere konulan Hacı Bektaş VeliDostluk ve Barış Ödülü’nün ilki, Sivas katliamından kurtulan araştırmacı-yazar Lütfi Kaleli’ye verilir.
1996’da Refah-Yol hükümeti iş başındadır. Dönemin Kültür Bakanıİsmail Kahraman, Alevi-Bektaşilerin, törene katılmasını istemedikleri haldekatılır ve protesto edilir. O yıl, ödül, yazar İsmet Zeki Eyüboğlu’na verilir.
Artık her yıl, 16 Ağustos’ta HBV’yi anma etkinliklerinde devlet ve hükümet temsilcilerini görmek de gelenekselleşir. Hangi parti iktidarda olursa olsun, Hacıbektaş ilçesi, tüm siyasi renklerin geçit yaptığı, kendi siyasi söylemlerini dile getirdiği bir mekan olur. Katılan yetkililerin çoğu, Alevilerin sorunlarını bildiklerini, Ankara’ya dönünce hemen yasa çıkarılacağını söyler ve çeşitli vaatlerde bulunurlar. Anma hiçbiri gerçekleşmez. Çünkü bunlar bilinen klasik politik vaatlerdir.
Türkiye’de Avrupa’daki Alevi örgütlenmesine koşut olarak bir çatı örgütlenmesi oluşur ve ABTM (Alevi Bektaşi Temsilciler Meclisi) adıyla Hacıbektaş’ta yerini alır. Hatta 1998’den itibaren tüm Aleviler adına, onların sorunlarını ve taleplerini dile getiren bir konuşma metni, ilk olarak o tarihten itibaren kürsüden, devlet yetkililerinin yüzlerine okunur, dile getirilir. Bu durum, sonraki yıllarda da devam eder, ta ki 2004’te yapılan Belediye başkanlığı seçiminde emekli general A. Rıza Selmanpakoğlu’nun Hacıbektaş Belediye Başkanı olmasına dek.
Selmanpakoğlu’nun “BelediyeBaşkanı” olmasıyla birlikte Hacı Bektaş Veli’yi Anma etkinliklerinin içeriği ve yapısı da değişir.
2004 yılına gelindiğinde, etkinliğe katılan devlet adamları, siyasetçi ve ziyaretçiler sayısında büyük bir azalma olduğu göze çarpar. Bu azalmanın nedenlerinden biri, Belediye başkanı ile başkanı protesto ederek etkinliğe katılmayan ABF (Alevi Bektaşi Federasyonu) arasındaki bildiri olayıdır. Çünkü 1998’de başlatılan ve her yıl geleneksel olarak uygulanan ve Alevi-Bektaşi örgütleri adına ortak konuşma metnine, bu kez yeni başkan tarafından anma etkinliği programına alınmamasıdır. Başka bir neden olarak da, hükümetin, şenliklerde, Alevilerin AB’ye yönelik isteklerini dile getirmelerini istememesi gösterilmektedir.
Belediye Başkanı’nın anma etkinliğine bakışı, programa da yansır. Adına anma etkinliği düzenlenen Hacı Bektaş Veli ve felsefesiyle ilgili konulara daha çok ağırlık verilmesi gerekirken, panel konuları arasında, ne alaka? diyebileceğimiz konular, örneğin 2004’te, KKTC eski cumhurbaşkanlarından Rauf Denktaş’ın konuşmacı olduğu “Kıbrıs’ınGeleceği” ile 2005’teki ”Deprem Felaketi, Kader Mi?” yer almıştır. Evet, bunlar da insanlarımızın bilmesi gerekli konular ama yeri ve zamanı burası olmamalı. Ne demişler, “taş yerinde ağırdır.” Sanırım bu da başkanın, olaylara halen askeri tavır ve yöntemle bakmasından, yani “her şeyi ben bilirim, ben yaparım”mantığıyla hareket etmesinden kaynaklanmaktadır. Uzlaşmadan çok, kavga yolunu seçmiştir. Hacı Bektaş Veli’nin öğretisi ve felsefesinin, düşüncesinin ön plana çıkarılacağı paneller yerine ulusalcılığı, Atatürkçülüğü ön plana çıkaran programlara yer vermiştir. Sanılmasın ki hiçbir Alevi-Bektaşi, Atatürk’ü ve ülkesini sevmemezlik etsin. Eğer böyle olsaydı, hiçbir Alevinin evinde Atatürk’le Hacı Bektaş Veli ve Hz. Ali’nin fotoğrafları yan yana yer almazdı.
Neyse, biz bu yılki anma törenlerine dönüp eleştiri ve önerilerimizi sunalım.
Bu yıl, gelen ziyaretçi nüfusu geçen yılagöre fazlaydı. Bu kez her yıl gelen Romanların yanı sıra iç savaştan kaçan Suriyeliler de gelmişlerdi.
Program içeriği açısından bakıldığında iki panel yapıldı. Gündüz ve akşam olmak üzere de halk müziği sanatçıların yeraldığı iki konser, semah gösterileri yer aldı. Bunların dışında gelenlerin ilgisini çekecek başka bir etkinlik olmadığı için, gelen ziyaretçiler, meydanlarda bir aşağı bir yukarı inip çıktı aşırı sıcakta. Çoğu da bulduğu bir ağaç gölgesinde piknik yapıp dem aldı. Zaten bunların dışında da yapılacak birşey yoktu.
1979’dan beri Hacı Bektaş Veli’yi anma etkinliklerine hep katıldım. Gördüğüm manzara, birkaç etkinliğin dışında hemen hemen aynı. Panayır havasından bir türlü kurtulamamış. Sokaklar ve caddeler çer çöpten geçilmiyor, gelenlerin bıraktıkları atıklarla dolu.. lokantalar denetimsiz.. konaklama sorunu hâlâ çözümlenmiş değil.. Kaldırımlar gelişigüzel ziyaretçiler tarafından işgal edilmiş halde.. Böylesi manzaraları görünce üzülmemek elde değil.. Acaba Mevlana’yı Anma etkinliklerinde de böyle manzaralar oluyor mu? diye kendime soruyorum.
Tüm bu anlatılanlar ışığında, geçmiş yıllarda yapılanları iyi analiz ederek bu yıldan itibaren amacına en uygun biçimde yapılması için bazı önerilerim olacaktır. Örneğin;
- Törenler, ilk açılış tarihinden dolayı her yıl 16 Ağustos’ta başlamaktadır. Bu tarih,çoğunlukla hafta içine, iş gününe de denk gelmektedir. Bu da kentteki yaşamı ve resmi işleyişi olumsuz yönde etkilemektedir.16 Ağustos, müze olarak açılış tarihidir. Bu nedenle bunun yerine Ağustos ayının ikinci ya da üçüncü Cuma günü başlaması kabul edilirse, sanırım ertesi gün olan Cumartesi ve Pazar günleri katılım daha da yoğun olacak ve işler aksamayacaktır. Ağustos’ta havalar aşırı sıcaktır. Bence Eylül ayında yapılması daha iyi olur.
- İlçenin önde gelen saygın ve güvenilir isimleriyle Alevi-Bektaşi örgüt temsilcilerinden,araştırmacı-yazarlardan bir kaçı, hatta daha önce görev yapmış belediye başkanlarının da yer aldığı bir Anma Etkinliği Düzenleme Komitesi ya da Danışma Kurulu oluşturulmalıdır. Bu komite/kurul, yetkili ve özerk olmalıdır.
- Diğer bir konu da Hacı Bektaş Veli Dostluk ve Barış Ödülü’nün verilmesiyle ilgilidir. Bugüne kadar verilen ödül sahiplerine baktığımızda çoğunun hak etmediğini görüyorum. Bunun sağlıklı ve yerindelikli olması için bir Ödül Komitesi oluşturulmalıdır. Komite üyeleri, yerel temsilcilerden değil, Türkiye’nin çeşitli yerlerinden tanınmış ve saygın kişilerden oluşturulmalıdır. Bu komite, gelecek yılın ödülüne layık isimleri bir adaylar havuzunda toplayıp bir yıl boyunca bu kişileri izlemeli, çalışmaları ve tavırları hakkında rapor tutmalı ve içlerinden 3 kişiyi Düzenleme Komitesi’ne sunmalıdır. Seçim yapılarak burada en çok oyu alan, ödüle hak kazanmalıdır. Yoksa dernek başkanı ya da dernektemsilcilerinin lobi çalışmalarına benzer girişimleriyle ya da geçmişe dayalı ahbap çavuş ilişkilerine dayanarak ödül verilmemelidir. Ödül konusunda Belediye Başkanı, inisiyatif kullanmamalıdır.
- Yapılan programların, panellerin içeriği, Hacı Bektaş Veli’yi daha iyi anlatacak biçimde çeşitli panel ve kültürel etkinliklerle zenginleştirilmelidir. Örneğin Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre, Ahi Evran, Taptuk Emre ve Alevilik-Bektaşiliği anlatan sinema ve belgesel filmler gösterilebilir. Aynı biçimde tiyatro gösterileri de zenginleştirilmelidir. Salon sıkıntısı belki yaşanabilir, bunun yerine açık alanda seyirlik tiyatro gösterileri sergilenebilir. Etkinlik, salt konser havasından kurtarılmalıdır.
- Bundan sonraki törenlerin panayır havasında geçmemesi için acil önlemler alınmalıdır. Sokaklar ve caddeler, gelişi güzel satıcılara tahsis edilmemelidir. İşyerleri, özellikle lokantalar sık sık denetlenmelidir.
- Törene gelenlerin salt Alevi-Bektaşi inancından olmadıkları, oraya çeşitli inanç, etnik ve uluslardan insanların da geldiği düşünülmeli ve ona göre hoşgörü ön planda tutulmalıdır. Ayrıca Alevi-Bektaşi örgütleriyle olan ilişki, daha sağlıklı ve dayanışmacı bir ruhla çözülmeli, kamplaşmaya fırsat verilmemelidir.
- Özellikle gelen insanların barınma sorunu çözülmelidir. Gelenlerin çoğu, ya bir ev avlusunda ya da bir duvar dibinde battaniyesiyle geceyi geçirmektedir. Bu yıl CHP’li İstanbul ve Ankara ilçe belediyeleri büyük bir dayanışma örneği göstererek büyük oranda personel desteği sağladılar. Daha önceki yıllarda Delikli Taş’a giden yol üzerinde çadırkent kurulmuştu. Aldığım bilgilere göre çadırkentin yeri, 100 dönümlük alan, TOKİ’ye karşılıksız verilmiş. Oysa burada 2000 kadar çadır kuruluyor ve 10 bin kişi kalıyordu. Şimdi bu olanak da kalmadı. Burada Belediye başkanına sormak gerekir: Burayı TOKİ’ye neyin karşılığı olarak verdiniz? TOKİ, belediyeye her hangi bir alt yapıya da hizmet binası yapacak mı? Bunun da halk tarafından bilinmesi gerekir.
Dileğim, bundan sonraki anma etkinliklerinin kavgadan uzak, herkesi kucaklayan, uzlaşının ilke olduğu,Hünkar’ın sevgi ve hoşgörüyü temel alan felsefesine uygun olarak yapılmasıdır.Yoksa kaybeden hep biz oluruz. Birkaç yıldır olduğu gibi, Pir Sultan Abdal Derneği’nin ayrı, ABF’nin ayrı, HBV Vakfı’nın ayrı, alternatif program yapmaları hiç de şık değil. Bunu yerine Sayın Selmanpakoğlu’nun “ben bilirim, ben yaparım” tavrından vazgeçip dost elini uzatmalı ve ortaklaşa, Hünkar’a yakışır bir biçimde bir etkinlik yapılmalıdır. Kaldı ki bu tutum, kendi aramızda birlik ve beraberliği zedelemekte, daha da ayrıştırmaya götürmektedir. Türkiye’nin komşularıyla olan ilişkilerini, sınır ötesi iç ve mezhep savaşlarını, hükümetin ötekileştirici, ayrıştırıcı, nefretçi tavrını da unutmayalım. ABD ve AB, ülkemizi yutmaya, BOP kapsamında parçalamaya çalışmaktadır. Bunu iyi algılamak gerekir. Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin dediği gibi, gün, “İri olalım, diri olalım, BİR olalım” günüdür.
19 Ağustos 2014/Ankara
KAYNAKÇA:
- Meral Salman, Alevi-Bektaşi Kimliğinin Kuruluş Sürecinde Hacı Bektaş Veli’yi Anma Törenleri, Kalan yayınları, 2006, Ankara.
- Nejat Birdoğan, Cumhuriyet, 16 Ağustos 1989
- İlhan Cem Erseven, Hacı Bektaş Veli Törenlerine Doğru, Serçeşme, Haziran-Temmuz 2006, sayı: 22
İlk yayın tarihi ve yeri: 30 Ağustos 2014, Aydınlık gazetesi
Videolar için YouTube kanalımıza abone olmayı unutmayın!
BUNLARA DA BAKABİLİRSİNİZ
- Filenin Sultanları Tayland'ta tarih yazdı
- İlhan Cem Erseven 11 yıl önce yazdı: Hacı Bektaş Veli’yi anma törenlerinin ardından...
- İsmet Abbasoğlu, Almanya’daki Kürt-Yahudi Kongresi ve Aleviler üzerindeki Siyonist planları açıkladı
- Bakan Tunç'tan "Terörsüz Türkiye" açıklaması
- Ali Rıza Özkan: Ne Alevi Sünniden ayrılabilir ne de Sünni Aleviden
- 0SEVDİM
- 1ALKIŞ
- 0KOMİK
- 0İNANILMAZ
- 0ÜZGÜN
- 0KIZGIN
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.