Ali Rıza Özkan’ın “Milli Kültürümüzde Aleviliğin Rolü” makalesi İran'da yayımlandı
GÜNDEMİran’ın önde gelen kültür dergilerinden Farhange Melal (Milli Kültür), Horasan Erenleri Dernekler Federasyonu Genel Sekreteri ve alevihaberler.com.tr Genel Yayın Yönetmeni Ali Rıza Özkan’ın makalesini Farsça'ya çevirerek yayımladı.
İran’ın önde gelen kültür sanat dergilerinden Farhange Melal (Milli Kültür), Horasan Erenleri Dernekler Federasyonu Genel Sekreteri ve alevihaberler.com.tr Genel Yayın Yönetmeni Ali Rıza Özkan’ın “Aleviliğin Türk Milli Kültüründeki Yeri” başlıklı makalesini haberleştirdi.
Özkan’ın yazısı, Alevi-Bektaşi kültürünün Türkiye’nin ulusal kimliğindeki önemine vurgu yaparken, Türk hükümetinin Alevi meselesine yaklaşımı, siyasi hareketlerin bu konudaki tutumları ve kültürel mirasın istismar edilme girişimlerini ele alıyor.
Farhange Melal (Milli Kültür) haberinde makaleyi şöyle sundu:
Tanınmış Türk Alevi yazar ve gazeteci Ali Rıza Özkan, Alevi kültürel mirasının Türkiye'nin ulusal kimliğindeki yeri üzerine bir yazı yazdı. Bu yazı, Türk hükümetinin Alevi meselesine yaklaşımı, çeşitli siyasi hareketlerin konuya yaklaşımı ve Türkiye'deki bir dini hareketi istismar etme girişimleri açısından büyük önem taşıyor.
...
Alevi-Bektaşi, sadece dinsel alanda değil, aynı zamanda kültürel alanda da, doğaya, sevgiye, ayrılığa, hüzne, sevince, mateme, sevince, yani insana dair her şeye karşı çok güçlü ve zengin bir mirasa sahiptir. Diğer yandan Alevi-Bektaşi kültürünün sadece Türkiye'ye ait olmadığını, Balkanlar'dan Ortadoğu ve Horasan'a kadar uzanan geniş bir coğrafyanın en önemli kültürlerinden biri olduğunu belirtmek gerekir. Birçok millet ve etnik grubun mahrum kaldığı ve Alevi-Bektaşi inancı temelinde ortaya çıkan bir kültürel miras. Ayrıca, Türk nüfusunun ezici çoğunluğunu oluşturan Anadolu Türklerinin, tarihleri boyunca Alevi-Bektaşi çemberi içinde veya en azından "Alevi dostu" bir yapıyla yaşadıklarını da eklemek gerekir. İslam dünyasının birçok yerinde yaşanan din savaşlarının ülkemizde yaşanmamasının temel nedeni budur. Bu gerçeği görmeliyiz. Bu özellikleri göz önünde bulundurarak, Türkiye'de kültürel derinlik ve egemenlik yaratmak isteyen her hükümetin (hangi ideolojiyle olursa olsun) Alevi-Bektaşi kültürüne önem vermek ve ondan faydalanmak zorunda olduğunu kabul etmeliyiz. Çünkü Alevi-Bektaşi kültürü, Türkiye'nin en güçlü kültürel kollarından biridir.
Hükümet ve kültürel egemenlik
Siyasal güç ve kültürel egemenlik birbiriyle yakından ilişkili kavramlardır. Ancak siyasal ve hatta ekonomik güçlerin her zaman kültürel egemenlik yaratabileceği söylenemez. Çünkü siyasal ve ekonomik güç her şeyden önce zor gücüne dayanırken, kültürel egemenlik rızaya dayanır. Siyasal güç, gücünü doğrudan kitlelere gösterir ve gerektiğinde kitlelere zor uygulayabilir. Ancak kültürel egemenlik, iktidar çemberinin dışında kalan kitlelerin rızasını çekmek zorundadır. Kültürü zorla ilerletmek ve onu dayatıp kabul ettirmek mümkün değildir. (Bu noktada, Alevi-Bektaşilerin yüzyıllar süren asimilasyon baskılarına karşı direnişinin temel unsurunun sosyo-kültürel zenginliği ve dinamizmi olduğunu belirtmek gerekir.) Batı emperyalizminin siyasal ve ekonomik ilişkilerinin yanı sıra, hatta onlardan daha da önemlisi kültürel egemenliğe verdiği önem, aslında emperyalizmin lehine ve ulusal kültürün aleyhine bir “toplumsal rıza”nın oluştuğu bir hedefi gütmektedir. Zira 19. ve 20. yüzyıllardaki emperyalist küresel egemenlik deneyimleri, yerel yönetimlerin direniş gücünün ulusal kültürün derinliği ve zenginliğiyle doğrudan ilişkili olduğunu göstermiştir. Zengin bir tarihsel-kültürel geçmişe ve mirasa sahip Türkiye gibi ülkeler, emperyalizmin "kültürel yayılmacı" çabalarına bir dereceye kadar direnebilirler; ancak Üçüncü Dünya ülkelerinde bu neredeyse imkânsızdır ve "küreselleşme"nin saldırısıyla dünya "tek kültürlü" bir köye dönüşmüştür. Küresel emperyalizmin kültürel saldırısını püskürtmenin, devletlerin ulusal kültürü desteklemesine ve toplumsal işlevini güçlendirmesine de bağlı olduğu vurgulanmalıdır. Alevi-Bektaşilerin zengin kültürel mirasının, her şeyden önce ülkemizin ulusal kültürünün bir parçası olarak, emperyalist kültürel yayılmacılığa karşı güçlü bir unsur olduğu gerçeğini göz önünde bulundurmak zorundayız.
Alevi-Bektaşi kültürünün istismarı
Öte yandan, sayısal çoğunluk yaratamamalarına rağmen ülkemizde devleti düşman olarak gösteren ve sosyo-kültürel hâkimiyet kurabilen sol ve etnik aşırı siyasal akımların bu konudaki yeteneklerinin, Alevi-Bektaşi kültürünü kullanmadaki maharetleriyle ilişkili olduğu açıktır. Bu tür “yıkıcı siyasal unsurlar” sosyal politika alanında ciddi bir varlık gösterememiş olsalar da, yarattıkları “kültürel hâkimiyet”in temel dayanağı aslında Alevi-Bektaşi kültürünün kötüye kullanılmasıdır. Hatta bu kültürün inanç boyutuyla herhangi bir bağ kurmadıkları bile söylenebilir; ancak bu çevrelerin Alevi-Bektaşi kültürüne pervasızca davranmaları, istismar için geniş bir alan açmıştır. Çoğu zaman inançsız olsalar da, Alevi-Bektaşi nafaası veya deyişi icra etmemiş tek bir “solcu müzisyen” bulunmaması bu ifadeyi doğrulamaktadır. Bu durumun "normalleştirilmiş" olarak görülmesine rağmen, aynı müzisyenin (örneğin Cem Karaca) Sünni yönelimli bir dini ilahi seslendirmesi durumunda sert ve olumsuz bir tepkiyle karşılaşması, bu iddianın meşruluğunun kanıtıdır. Burada hedef alınan "şey", İslam inancı ile Türk kültürü arasındaki bağın kökünden koparılması ve Alevi-Bektaşi deyiş ve nefaslarının içeriğinin sözde "sınıfçı" argümanlar ve diğer "solcu sloganlar" unsurlarıyla doldurulması yoluyla ideolojinin toplumsal katmanlara yayılmasıdır. Belirtilmesi gereken bir diğer gerçek ise, bugün de devam eden bu "sömürücü girişimin" gölgesinde "davasız Alevilik"in büyüdüğü ve aynı çevrelerden destek gördüğüdür. Batı emperyalizminin kültürel saldırısının ve sözde "sol" çevrelerin istismarının, Alevi-Bektaşi kültürü üzerinde yıkıcı ve yozlaştırıcı bir etki yarattığı ve böylece ulusal kültüre zarar verdiği unutulmamalıdır.
Alevi-Bektaşi devleti ve kültürü
Öncelikle, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Alevi-Bektaşi toplumuna yönelik kararlılığı sayesinde gerçekleştirilen reformların, Türkiye Cumhuriyeti'nin evrensel değerleri ve ulusal hassasiyetleri temelinde kültürel bir hegemonya yaratmak için güçlü ve derin fırsatlar sağladığının vurgulanması gerekir. Türk kültürünün en önemli sütunlarından biri olan Alevi-Bektaşi kültürü, ruh ve mahiyet itibarıyla devlet-millet geleneğimizle de büyük bir uyum içindedir. "Alevi-Bektaşi Kültür ve Toplum Merkezleri Daire Başkanlığı"nın, Alevi-Bektaşi kültürünü, özellikle de inkârcı çevrelerin elinden kurtarıp devlet-millet birliği çerçevesinde halka ulaştırmada hayati bir rol oynayabileceği açıktır. Nitekim, bu kurumun eski başkanı Ali Rıza Özdemir'in faaliyetlerinin bu yolda önemli bir etki yarattığını gördük. Geçtiğimiz yıl, bu kurumun programlarına 50'den fazla sanatçı katıldı. Yarışmalar aracılığıyla onlarca genç yetenek keşfedilmiş ve topluma tanıtılmıştır. Hz. Muhammed [sav], Hz. Ali [as], Hz. Hızır ve… gibi konuları ele alan programlar düzenlenerek, Alevi-Bektaşi yolunun temel inançları ve kültürel değerleri sadece Alevi-Bektaşi toplumuna değil, aynı zamanda Sünni topluma da tanıtılmıştır. Ayrıca, TRT müzik kanalında yayınlanan tematik programlar, Alevi-Bektaşi toplumunda hem olumlu bir enerji yaratmış hem de toplumsal barışa büyük katkı sağlamıştır. Bu etkinliklerin biletli programlara dönüşmesi ve kabul görme oranlarının giderek artması, alınan kararların toplumsal ve kültürel bağlamda ne kadar doğru olduğunu da göstermektedir.
Öte yandan, Alevi-Bektaşi toplumunun anma günlerine ve kültürel faaliyetlerine verilen desteği de unutmamak gerekir. Yüzlerce etkinlik düzenlendi ve yüzlerce STK destek aldı; bu da Alevi-Bektaşi toplumu ile hükümet arasında uzlaşma ve empatinin önünü açtı. Kanaatimce, “Kültür Dairesi ve Alevi-Bektaşi Toplum Merkezleri”nin programların içerik ve organizasyonuna müdahale etmeden geleneksel süreçlerinde devam etmesine izin vermesi ve yerel örgütlerin özgürlüklerine saygı göstermesi, bu tür çalışmaların uygulanma yöntemi konusunda değerli deneyimler sağlamıştır. Birkaç küçük istisna dışında, bu kurumun yaklaşımının Alevi-Bektaşi toplumuna yansıdığını ve inancın giderek siyasi istismar alanından çıktığını gördük. Açıkçası, bu kurumun desteğinin, Alevi-Bektaşi STK programlarını politikacıların elinde bir araç olmaktan büyük ölçüde kurtardığını söylemek gerekir. Bu noktada, eski başkan Özdemir'in devlet adamı kimliği ve siyasi çatışmalardan kaçınma konusundaki hassasiyetiyle bu alana bakış açısının büyük rol oynadığını vurgulamalıyım. Siyasi taahhütlerden kaçınma yaklaşımı sayesinde, birkaç cahil dışında toplum bu kuruma inandı ve güvendi. Bu yaklaşımın dikkatli ve saplantılı bir şekilde sürdürülmesi gerektiğinin altını çiziyorum.
Alevi-Bektaşi kültürünü sömürücü çevrelerin elinden kurtarmak, ideolojik ve tarihsel zenginliğini koruyarak varlığını sürdürmesini desteklemek ve onu giderek hükümetin ulusal kültür politikalarının temel aktörlerinden biri haline getirmek, haksız inkârcılara yeni bir zemin vermemek herkesin çıkarınadır. Bu konuda bugün, Sayın Cumhurbaşkanımızın öncü rolüne ve Sayın Devlet Bahçeli'nin yol gösterici rolüne her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olduğuna inanıyorum. Başka bir deyişle, şüphesiz Türkiye'de Batı'nın kültürel egemenliği yalnızca Alevi-Bektaşi kültürüyle kırılamaz, ancak Alevi-Bektaşi kültürü olmadan da Türkiye'de ulusal kültürel egemenliğin kurulması mümkün değildir.
Farhange Melal (Milli Kültür)'de yer alan haber için lütfen tıklayınız
İlginizi Çekebilir