HÜSEYİNÎ HAREKATIN FELSEFESİ -2
27 Temmuz 2025, Pazar 21:30Bakınız İran dinî bir devlettir ve tüm harekatları da dinîdir! Fakat o ülkede yaşayan tüm insanların “salih insanlar” olduklarını söyleyemeyiz!
İnkilaptan 40 küsür yıl geçmesine ve baştaki yöneticilerin samimiyetle yoğun bir mücadele vermesine rağmen, hala dahi o ülkede cinayet işlenmekte, hırsızlık ve dolandırıcılık yapılmakta, intihar, kan dökme, zulüm, boşanma, gasp vs. devam etmektedir!
Demek ki salih insan olmak ya da salih insan yetiştirmek pek de kolay değildir! Yani dinî ameller, cihat, cennet, cehennem vs. bunların hiç birisi salih insanın yapısında herhangi bir etki yapmamaktadır!
Şahbender zade Filibeli Ahmet Hilmi, “Tarih-i İslam” isimli kitabında (S. 535-536’da) dindar bir toplum olan döneminin Türklerini şöyle anlatır:
- “Türkler gayet mükemmel namaz kılan bir kavimdir. Fakat onların ibadetlerinde kelimenin tam anlamıyla çok din aranmamalıdır! Türklerde namaz günlük vazifelerdendir, kendiliğinden anlaşılır ki bu vazife, elbise giymek, işini yapmak, yemek ve uyumak vazifeleri gibi yerine getirilir! Eskiden beri alışılmış bir adet gibi takip edilir, ne halde bulunursa bulunsun ve durum ne kadar elverişsiz olursa olsun, yine de namaz kılınır. Örneğin bir şahıs nazik bir hikâye anlatır! O sırada müezzin Ezan okumaya başlar, hikâyeyi anlatan hikâyeyi keser, namazını kılar, sonra hikayesine kaldığı yerden devam eder!... Bir tacir yalan söyler, aldatır, sonra namaz kılar! Sonra yalan söylemeye ve insanları kandırmaya devam eder!... Veya bir Paşa vahşice bazı zulüm ve cinayetler için emir vermekle meşguldür! Ezan okunduğunu işitir, gayet huzurla seccadesini yayar, sakalını sıvazlar, rahat olduğu kadar muhteşem bir sima ile namazına başlar. Namaz kılındıktan sonra zalimane talimatını vermeye devam eder! Çünkü onun, kıldığı namazı ile vicdanının hiçbir alakası yoktur! Ve hiç kimse bunda, hayret edilecek bir şey de görmez! Kimse bundan arlanmaz, herkes kılınması gereken zamanlarda namazını kılar ve bununla da her şey olmuş bitmiş olur….”
Bunun için imam Hüseyin, dedesinin getirdiği dinin, yalnızca insanların ağzında geveledikleri bir şey olduğunu söylüyor! Yani din, insanları dünyaya kölelik yapmaktan kurtaramadı! Evet, onları birleştirdi, ümmet yaptı, İmparatorluğa kadar yükseltti, fakat salih insan yapamadı! Çünkü Abuzer gibi, Selman gibi insanların sayısı çok azdı!
Kısacası Nebi’den sonra ikinci harekât, imam Hüseyin’in “vicdani harekâtı” dır!
Yukarıda dedik ki vicdanî harekatın ilk belirtisi, o fiilin hedefinde kendisinin bulunmasıdır!
B-) Vicdani harekatın diğer harekatlardan ikinci bir farkı da vicdanın bizzat aksiyoner/etkin olmasıdır! Yani vicdani harekât etkinlikte, dinî ve ahlakî harekattan daha farklıdır!
Vicdanî harekatlarda etken/aksiyon, yalnızca vicdanın kendisidir, yani bu harekatta amir vicdandır! Niçin böyledir, bunu bilemiyoruz! Örneğin birisi size iyilik yaptığında vicdan size “ona iyilik yapmayı emreder!” fakat niçin emrettiğini bilemeyiz! Bunlar vicdani duygulardır! Sizin elinizde olan şey değildir!
Bir çocuğun yaşadığı evin içerisinde yandığını görünce ya da havuza düşüp boğulmak üzere olduğunu müşahede edince, onu kurtarmaya koşarız! Onu kurtarayım derken tabi ki sizin de ölme ihtimaliniz olabilir! Fakat yine de vicdan sizi rahat bırakmaz ve size o çocuğu kurtarmayı emreder! Bundan dolayıdır ki vicdan kahramanı olan Kant şöyle der:
- “Ben ömrümde iki şeye hayret ettim! Biri şu gök yüzünün ve yıldızların azametine, diğeri de vicdana! Ben vicdanın ne olduğunu bilemedim! Vicdan beni, benim zararıma olan şeye emrediyor, ben o işi yapmaktan korkmuyorum! Kim bana bunu dedi ve niçin dedi, bunu bir türlü bilemiyorum!”
Yani dürtü yalnızca vicdanı muhatap alır, zira dürtü bir vicdanî iştir!
“Ahlakî harekât” a gelince, şunu söyleyebiliriz:
- Müslümanlar “ahlakı” Yunan felsefesinden almışlardır! Yunan felsefesinde; her şeyde hadd-i vasatı riayet etmek, ifrat ve tefritten uzak kalmak, “ahlak” olarak nitelendirilir! Yani Yunan felsefesi orta yolu takip etmenin iyi olduğunu ve buna da “ahlakî harekât” ya da “adalet” denildiğini söyler! Daha açıkçası Yunan felsefesi açısından ve onların ahlak anlayışında insan, “saadet ve adaleti” talep eden bir varlıktır! Bu da şu demektir: “Ahlakî davranışın hedefinde o fiilin kendisi değil, onun perde gerisindeki saadet ve adalet vardır!” Dolayısıyla da ahlakî harekette, kendisinin dışında bir gaye bulunmaktadır!
“Ahlak”ı, Müslümanların Yunanlılardan aldığını söyledik. İslam alimlerinden Gazali, “İhya-u Ülum” isimli eserinde, Allame Molla Mehdi Neragi, “Camiü’s- Seadet” isimli kitabında, Ebu Ali İbn. Miskeveyh, “Tehzibü’l- Ahlak” namındaki eserinde şunu demişlerdir:
-“Her şeye bir mizan/ölçü koymuşlardır ve bu ölçü, Yunanlılardan alınmadır, Eflatun ve Aristo da bunu icat etmişlerdir!”
Son dönemlerde Batı topluluklarında başka bir ölçü daha icat edilmiştir. Bu ölçüye de “pragmatik/faydacı ahlak” denilmektedir! Elbette bu ahlak, şahsi ve bireysel bir çıkarcılığa dayalı değildir, buna; “kamu çıkarına olan ahlak” denilmektedir! Yani Batılılara göre kamunun yararına yapılan her iş ve her harekât ahlaktır! Onlara göre insan, genelin çıkarını hedef edinmeli ve ne yapsa kamunun çıkarı için yapmalı! İşte bu da bir ölçüdür!
Fakat “vicdanî ölçü”, yalnızca vicdanın kendisidir ve o ne derse o olmalıdır!
Arifler der ki vicdan “Allah’ın sesidir!” Yine ariflere göre vicdan “batınî şeriat” tır! Yani vicdan hükmünü/emrini, şeriatın zahirinden (ayet ve hadislerin zahiri anlamından) almaz! Nitekim imam Hüseyin’in kıyamı da böyledir. İmam Hüseyin de şeriatın zahirinden bir şeyler alarak bu kıyamını gerçekleştirmemiştir! Diğer bir ifadeyle imam Hüseyin, zamanının zalim yönetimine karşı koymak için ayet ve rivayetlerden bir şeyler alamazdı! Çünkü devlet, dedesi Resulullah tarafından tesis edilmişti! Peygamber zamanında asla yönetime karşı bir isyan harekâtı gerçekleştirilmemişti! Bir tek üçüncü halife Osman b. Affan döneminde ona karşı bir isyan tahakkuk bulmuştu o kadar! O da ekonomik bir isyandı! İmam Hüseyin’in harekatındaki etken güç ve muharrik olan şey, “vicdanın sesi” idi!
C-) Vicdanî harekatın diğer din ve ahlak harekâtından ayrıştığı üçüncü fark ise, “sonuç” bakımıdır!
Vicdani harekatın sonucu hiçbir zaman dinî ve örfî ahlakın sonucuyla aynı değildir! Nitekim “örfî ahlak”, hiçbir zaman “vicdanî ahlak” ile de aynı değildir! Bizlerin “örfî ahlaka” değil, “vicdanî ahlaka” ihtiyacımız vardır!
Örneğin dinî ve örfî ahlakta cihatçı terörist diyor ki: “Bu çocuk öldürülmelidir, çünkü ailesi müşriktir ve bu çocuk ta büyüyünce müşrik olacaktır!” Fakat “vicdani ahlak” diyor ki, “hayır! Bu çocuk şu an için masumdur/suçsuzdur.” Hatta cihatçı terörist gelip o vicdani ahlaka sahip olanın kafasına silahı dayasa ve bu çocuğu öldür dese dahi, yine de onu öldürmez ve “git sen ve Allah’ın öldürün, ben öldürmem” der! Fakat dini ahlaka sahip olanlar öyle değillerdir, kendi algılarındaki din onları başka bir duruma evirip bozmuştur!
Din, insanı bozabilir ve bozdu da mı onu, aşağıların aşağısına indirir. Fakat dini doğru bir vicdan üzerinden alır isek, insanı yücelerin yücesine taşır! Nitekim imam Hüseyin de öyledir!
Aslında din, vicdanı güçlendirmek içindir! Şayet insanda vicdan yoksa namazın, orucun, haccın ve hiçbir amelin onda etkisi söz konusu değildir! Zaten Kuran da buna işaret ediyor: “Hüden lilmuttakin/ Bu Kuran, takvalı olanları hidayet eder.”(Bakara:2) Yani Kuran her kesi hidayet etmez, iyi ve vicdanlı insanlar onun tavsiyesine uyar! Vicdanı olmayanlar ise onu bozar!
Kufe, mücahitlerin şehriydi ve onlar için kurulmuştu. Ömer b. Hattab döneminde Kufe, İran’ı kontrol altında tutmak için bir askeri karargâh olarak kurulmuştu! Tümü de Müslüman mücahitlerdi.
Bu mücahitler ilk önce imam Hüseyin’i katlediyorlar, ikinci sene Medine’ye girip orayı talan edip katliamda bulunuyorlar, üçüncü sene de Mekke’ye giriyorlar ve Kabe’yi yıkıp yakıyorlar. Medine’de de yüzlerce kadın ve kızı hamile bırakıp, binlerce Medineli Müslümanı kılıçtan geçiriyorlar! Demek ki vicdan olmadan İslam, insanı insan edemez!
Bizler her zaman dine muhtaç değiliz, bizde din fazlasıyla mevcuttur. Dindarlar da fazlasıyla vardır! Fakat insan yoktur. Namaz kılanlar, oruç tutanlar, hacca gidenler, diğer ziyaretleri gerçekleştirenler fazlasıyla mevcutturlar, fakat insanlık için çalışanlar yok gibidir, oysaki bizim insanlığı güçlendirmemiz ve insanları buna davet etmemiz lazım!
Hey feryat ediyorlar ki “İslam tehlikededir!” Sormak lazım ki, hani nerede ve nasıl tehlikededir? Dünyada 1,5 milyar Müslüman vardır, İslam nerede tehlikededir? Camiler Kiliselerden yüz kat daha fazladır! Batıya gittiğinizde bir şehirde 4-5 kilise vardır, fakat Müslümanların şehirlerine gittiğinizde yüzlerce cami ve mescit mevcuttur! Gittikçe de artıyor! Sonuç ne? Bu sayıdaki camiler neyi yapmış ve topluma neyi vermişlerdir?
Bizlerin büyük sıkıntımız dinsizlik değildir, dinin fazla oluşudur! Bizde medeniyet, kültür ve vicdan azdır! Bunlara vurgu yapmamız gerekirken dine vurgu yapıyoruz!
İmam Hüseyin ile ilgili durumlara bir bakınız! İmam Hüseyin’in bu harekâtını/kıyamını “vicdanilikten” “dinciliğe” dönüştürdüler! Allah’tan sevap talep etmek için bütün insanlar (Şiiler) mersiye okutuyor, gurup/deste kuruyor, ihsan yemeği veriyor, siyah giyiyor, zincir vuruyor, göğsüne dövüyor, göz yaşı döküyor! Oysaki imam Hüseyin, insanlar Allah’tan sevap talep etsin diye şehit olmadı, insanların vicdanları uyansın diye şehit oldu! Çünkü o dönemde vicdanlar uykudaydı veya ölmüştü!
O dönemde insanlar Yezit’in imam Hüseyn’e yaptıkları o zulümleri duyduklarında sessiz kaldılar! Çünkü vicdanları ya ölmüş ya da bozulmuştu! Daha doğrusu Muaviye döneminde uydurulan rivayetler ile uyuşturulmuştu! Sihah-ı Sitte’de dahi şu uyuşturucu rivayetler nakledilmiştir! Örneğin bir tek şu rivayet bile insanların vicdanlarının uyuşturulmasına yetiyordu: “Emir/Yönetici senin sırtını kırbaçlasa da ve malını elinden alsa da ona itaat edeceksin!”
Bundan dolayı tüm yöneticiler bu rivayetin kendilerine ne türden bir avantaj sağladığını bildikleri için, hatta Şii olan Abbasiler dahi dönüp Sünni oldular! Çünkü Sünni alimler her zaman Sultanlara oynuyorlardı!
Şiilerde bu türden rivayetler yoktur! Çünkü onlarda Hüseyinler vardır! Hüseyin’in bu kıyamı vicdansızlığın karşısında durmak olduğu için, bütün vicdandan bağımsız davrananlara (sözde özgürlükçülere) darbe vurdu ve vicdansız yöneticilerin meşruiyetine darbe indirdi! Şayet Hüseyin’in bu kıyamı olmasaydı, dini düşünce sürekli yönetimi teyit edecekti ve böylelikle de Mecusilik ve Hıristiyanlık nasıl Kralların dini olduysa, İslam dini de Sultanların dini olacaktı!
İyi incelediğimizde iç isyanların Müslümanlar arasında bolca olduğunu görmekteyiz! Fakat Hıristiyanlar arasında 500 yılda bir olmuştur! Müslümanlar içerisinde oğul babayı, vezir Sultanı görevinden azledebilmiş ya da askeri darbelerle yönetimler sürekli bir şekilde değiştirilmiştir!
Ama Hıristiyanlıkta, Fransa devrimine kadar bir ihtilal olmamıştır!
İmam Hüseyin’in kıyamından sonra Tevvabun harekâtı, Muhtar Sakafi harekâtı, Zeyd b. Ali’nin harekâtı, Medine Harekâtı, Mekke harekâtı, Abdullah b. Zübeyir harekâtı, Abbasilerin harekâtı, Zenc harekâtı, Hasan Nefs-i Zekiyye’nin harekâtı vs. bunlara baktığımızda her 20-30 yılda bir bu harekatlar gerçekleşmiştir!
Bu da ümmette bir hayatın ve canlılığın var olduğunu gösterir! Bu canlılık da halkın, vicdan yoksunu zalim yöneticilerden razı olmadığının göstergesidir! Bu, çok önemli ve büyük bir iştir ve bu, Peygamberin getirdiği İslam’dan değildir, Hüseyin’in oluşturduğu İslamî algıdandır!
Nitekim önceden de dedik ki, Kuran ve Nebi’nin sünnetinde, zalimin zıddına dair bir harekatta bulunma hükmü yoktur! Vicdan yoksunu zalim yöneticinin aleyhine yapılan kıyamı Hüseyin oluşturdu. Fakat maalesef Şii din adamları bin yıldır ki yerlerinde hareketsizce oturdular ve son imam Humeyni dönemi hariç Hüseynî kıyamdan istifade etmediler! Onun bu tür kıyamından istifade edenler Abbasiler oldu ve yönetimi ellerine geçirdiler!
Ayrıca Şii din alimleri ve de avam halk, imam Hüseyin’in bu kıyamındaki hedefinin içini boşaltıp onu dini bir harekata dönüştürdüler. Bu harekata sahiplenmekle ondan sevap, şefaat, hacet vs. gibi şeyler beklediler. Artık Hüseynî harekât insanların vicdanlarını ne güçlendiriyor ne de uyandırıyor!
Din adamları Hüseynî harekâtı vicdanî ve ahlakî olmaktan çıkarıp, dinî harekata dönüştürdüler. Şefaat, şifa, hacetleri giderme, sevap kazanma gibi konulara vurgu yaptılar! Daha açıkçası Hüseyni kıyam halk arasında çay vermeğe (imam çayı), ihsanda bulunmaya, zincirlerle dövünmeye, göz yaşı dökmeye, siyahlar giyinmeye vs. dönüştürüldü! Oysaki imam Hüseyin (as) bu kıyamı, bu işler için yapmamıştır! Mazluma yardım etmek için yapmıştır! Hüseyin budur! Bizlerin biran evvel bu Hüseynî harekâtı aslına geri çevirmemiz lazım!
Hüseyni harekât bir milletin ya da bir mezhebin malı olmamalıdır, dinî kesime ait olmalıdır! Hüseynî harekât bütün dünya mazlumlarının malı olmalıdır ve her kesimden insanın buna sahiplenme yolu açık tutulmalıdır!
İmam Hüseyn’i zalimler katledip kanını döktüler, peki Müslümanın gelip kamayı eline alıp kafasını doğrayıp kendi kanını dökmesinin anlamı nedir?
Kısacası Hüseynî kıyam, vicdanî bir kıyamdır! Diğer kıyamlardan farklıdır! Vicdanî kıyamın hedefi yalnızca kendisidir! Böyle bir kıyam şayet sahibine zarar vermiş olsa dahi, yine de ona tahammül gösterir!
Müslümanların tarihine baktığımızda tümü de çör çöptür! Tarihte kendisiyle gurur duyacağımız tek harekât, imam Hüseyin’in harekâtıdır! Bu harekatın dışında başka bir örnek bulmak mümkün değildir! Emevi, Abbasi, Hulaku Han, Selçuklu, Safevi vs. lerin kendi aralarındaki savaşlardan başka, kendisiyle gurur duyacağımız başka neyimiz var ki?
İmam Hüseyin’in bu vicdanî harekâtını (kıyamını) yeniden canlandırır isek sonucu şu olur:
- “Şayet vicdanımızla hareket eder isek, evvela güçlü oluruz! Yani insan bir şeyi yapmak istediğinde vicdanına konuşsa ve vicdanı da ona o şeyi yap veya yapma derse, insan oğlu güçlü bir kararlılıkla o şeyi ya yapar ya da yapmaz! Kısacası insan yapacağı bir işi vicdanına konuşup öyle yaparsa hem onu doğru bir sonuca ulaştırır hem de ona hayatında güç kazandırır!”
Müminlerin kafirlerden daha güçlü olmalarının nedeni (gerçi şu anda kafirler daha güçlüdürler!) şuydu; “O dönemdeki müminler savaş meydanlarında “vicdanî şecaat” ile savaşıyorlardı ve güçlü vicdana sahiplerdi. Şu andaki müminlerin zayıf olmalarının nedeni ise, güçlü bir dine sahiptirler ama vicdandan yoksundurlar! Allah’ın yardımı da dine değil vicdana geliyor! Allah, dindarlara zıt olan vicdan sahiplerine yardım ediyor!
Bizler, tüm tecrübelerimizle görüyoruz ki hatta hayvanlarda dahi vicdan sahibi olanlar daha güçlüdürler! Yumurtasının üzerinde yatıp civciv çıkarmak isteyen bir tavuğun üzerine, kendinden daha güçlü bir hayvan geldiğinde, tavuk yerinden kalktığında o hayvan onun önünden kaçma mecburiyetinde kalıyor! Çünkü tavuğun haklı olduğunu hissediyor! Haram işlerde de zina eden erkek, kadının kocası geldiğinde ondan daha güçsüz olsa dahi, korkup kaçıyor! Çünkü biliyor ki vicdanen hak, kocasınındır! Kim vicdanen kendisinin yanlış yaptığını biliyorsa, o korkak oluyor!
Müslümanlar ilk dönemlerde çok güçlüydüler! Bu güçleri, Allah’ın onlarla beraber olduğundan değildi. Peygamber onlara “Allah sizinledir” diyordu, çünkü o dönemde Müslümanlarda vicdan vardı ve Kureyş’in haksız olduklarını biliyorlardı! Yani Kureyş, muhacir Müslümanlara zulmetmişti, her şeylerini ellerinden almıştı! Bundan dolayı da yiğitçe onlarla savaşıyorlardı!
Bedirdeki Müslümanlar vicdanlarıyla oradaydılar! İnsan, vicdanıyla birlikte daha güçlü olduğu için, bir kişi on kişiye bedel oluyordur!
Kureyşli müşrikler hem sayı hem de silah bakımından onlardan daha güçlüydü. Fakat zalim ve mütecaviz olduklarını da biliyorlardı! Bundan dolayı da ruhiyeleri (manevi güçleri) zayıftı. Bunların karşısında duran 300 kişilik muhacir ve ensar’ın ruhiyesi ise hayli güçlüydü! Güçlülüğü, onların Cennet ya da Cehennem inançlarından dolayı değildi! Haklı olduklarından ve hak sahibi bulunduklarından dolayıydı! Yani durumlarını vicdanlarına arz ediyorlardı ve vicdanları da onlara güç veriyordu!
Demek ki insanın hayatında esas olan, din değil vicdandır! Şayet vicdanın varsa sen insansın, dinin varsa insansın diye bir şey yoktur!
Vicdanın varsa sen güçlüsün, şereflisin, sende tüm faziletler mevcuttur! Şayet vicdanın yoksa hiçbir şeye sahip değilsin! Ne insaniyetin vardır ve ne kerametin mevcuttur! Hatta Cennete gitmek için milyarları harcasan dahi, yine de sen binlerce insanı öldürebilirsin ve işit ’in yaptığının aynısını yaparsın! Fakat şayet vicdanın varsa hem doğru karar verir hem üstünlük sahibi olur ve hem de hayırdan başka bir şey yapmazsın!
Son olarak şunu da söyleyeyim ki; avam milleti var olduğu müddetçe, din de var olacaktır! Her dönemde toplumun kahır çoğunluğunu oluşturanlar da zaten avam milletidir! Avam milleti dinin ölmesine asla müsaade etmez!
Ayrıca, terörizmin önü Kuran ve rivayetlerle alınamaz! Ölçü onlar değil “vicdan” olmalıdır! Çünkü siz Kuran’dan bir ayet getirirseniz, terörist mücahitler Kuran’dan insanları öldürmek için on ayet getiriler! Siz insanların korunması için bir hadis nakleder iseniz, onlar insanların öldürülmesi için yirmi rivayet naklederler! Demek ki terörist mücahitlerin yaptıklarının ümmetin yararına ya da zararına olup olmadığını vicdana sorup öyle halletmekten başka bir çare yoktur!
Şöyle Sorulabilir:
Neden imam Ali, imam Hasan ve imam Hüseyin Hicaz bölgesi değil de Irak bölgesini tercih ettiler, mücadelelerini hep burada başlattı ve yenilgilerini de burada aldılar?
Cevap:
Irak bölgesi, ümmetin en canlı ve en kültürlü bölgesiydi! Her ne kadar çöllerin bedevi Araplarından bir araya gelmiş insanlar olsalar da fakat 30-40-50 yıl şehir hayatı yaşadıkları için, o dönemin şartlarına göre medenileşmiş ve akletme yönünden belirli bir seviyeye ulaşmış bir topluluktu! Bundan dolayı da sözünü ettiğimiz imamlar burayı tercih etmişlerdi!
Soru:
Şayet öyleyse, o halde neden imam Ali Kufelilere “ben sizden 10 kişiyi verip Şamlılardan bir kişiyi almaya hazırım” dedi?
Cevap:
İmam Ali bu sözü söylerken, Kufelilerin itaatsizliklerinden dolayı bunu söyledi, fakat Şamlılar Emirlerine (Devlet başkanlarına) itaatkâr insanlardı. İmam Ali bu sözüyle onlara şunu söylemek istedi: “Evet, sizler kültürlü, akıllı ve medeni insanlarsınız, fakat itaat etme yönünden sizde sıkıntı vardır, Emirinize itaat etmiyorsunuz!”
Hatta Muaviye imam Hasan’dan Kufe’yi teslim aldıktan sonra yirmi yıl onlara Emirlik etti! Fakat Kufelilere bir tek sözünü dinletemedi ve sonunda isyan edip şunu dedi: “Sizler bu itaatsizliği Emiriniz Ali’den mi öğrendiniz? O mu size bunu aşıladı?”
Soru:
Siz diyorsunuz ki Kuran’da zalimlere karşı çıkmakla ilgili ve zalim yönetimleri yok etmeğe dair bir ayet yoktur! Peki “zalimlere yaslanmayın” (Hud: 113) ayetini nereye koyacağız?
Cevap:
Kuran bu ayette “zalimlere yaslanmayın” diyor, “zalimlere karşı kıyam edin” demiyor! Evet Peygamber için o dönemde “vicdan”dan önce “din” önemliydi, çünkü şirk ve putperestlik ancak “din” ile yok edilebilirdi, fakat dini mücadele, vicdani mücadelenin adeta ön girişiydi, yoksa asıl olan din değil vicdandır!
Kısacası din her şey değildir! Nitekim imam Hüseyin de aşura günü kendini katletmeye gelen o mücahitlere hitaben şöyle diyordu:
- “İnsanlar dünya kuludur, din ise ağızlarında geveleyip durdukları bir şeydir!”
Demek oluyor ki din herkeste vardır, ama vicdan, özgür insanların nezdinde mevcuttur! Yani din, genel içindir, tüm avam, aydın, filozof vs. her kesin ve kesimin dine ihtiyacı vardır! Fakat vicdan çok az kimselerde mevcuttur! Az sayıdaki güçlü vicdan sahibi kimseler, vicdana itaat etmek için nasları da aşıyorlar! İşte bunlar azınlıktadır. Onlardan biri de imam Hüseyin’dir. Peygamber şirk ile mücadele etti ve Cennet-Cehennemden bahsetti, imam Hüseyin de vicdanı ihya etti ve özgürlükten bahsetti! Tercih hakkını da Müslümana bıraktı!
Soru:
İmam Hüseyin vicdanı ihya etmede başarısız olmadı mı?
Cevap:
Başarısızlıktan neyi kastettiğinize bağlıdır! Nice Peygamberler davalarında başarısız oldular! Hz. İbrahim o denli yoğun mücadelesine rağmen ona tek kişi iman etti, o da Lût Peygamberdi. Kuran, “ona Lût iman etti” (Ankebut: 26) diyor. Zekeriya peygamberin oğlu Yahya peygamberin kafası kesildi! Kısacası; peygamberlerden büyük çoğunluğu adil bir hükümet kuramadan gitti! İmam Ali de hedefine ulaşamadan gitti. Onun hedefi de adil bir hükümet kurmaktı o da olmadı!
İslam peygamberi ümmet oluşturmada başarılı oldu, fakat o ümmet içerisinde “vicdanı” oluşturmada başarılı olamadı! O işi de ıtratına/soyuna bıraktı ve yaptığı vasiyetinde Kuran’ın yanına ıtratını da koyup o ikisini birlikte bırakıp gitti! Itratı içerisinde de imam Hüseyin bunu yaptı! Yani Kuran kâmil idi fakat yeterli olmadı. İmam Ali ve imam Hüseyin gibileri de onu daha da tekmil etti!
Kuran dinin kâmil olduğunu söylüyor! Bu, şu demek değildir ki bu dinin gelişmeye ihtiyacı yoktur! Yani din, aynen kâmil doğan, gözü ağzı, eli ayağı düzgün ve eksiksiz bir şekilde dünyaya gelen bir çocuk gibidir! Buna rağmen o çocuğun gelişip büyümeye ihtiyacı vardır! Dinin de cihat vs. gibi şeylerle mükemmelleşmesi gerekirdi! İmam Ali ve imam Hüseyin de onu yaptı!
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum