İTİN ISSI BOLSA, BÖRÜNÜN KUDAYI BAR!
03 Eylül 2025, Çarşamba 14:24
Yazımızın başlığı çok eski bir Türk atasözü. İlk etapta anlaşılamamasının sebebi, Kazak Türkçesi ile yazılmış olmasıdır. Kazak Türkçesi, Türk lehçeleri sınıflandırmasında “Kıpçak Grubu” içinde yer alır. Türkiye’de ve Azerbaycan’da konuşulan Türkçe ise “Oğuz Grubu” içindedir. Kurallı ses değişimleri bilinirse veya biraz kulak aşinalığı olursa, bu lehçelerden birini bilen çok kısa zamanda diğerini de anlar hâle gelir.
Baştaki ünlü “O”, Kazakçada dudak ünsüzü B ile güçlenir. Olsa → Bolsa örneğinde olduğu gibi. Kazak Türkçesinde başta V harfi yoktur; B ile değişir. Varsa → Barsa örneğinde olduğu gibi. Y sesi Kazak Türkçesinde J olur: Yıldız → Jıldız örneğinde olduğu gibi. D sesi başta veya sonda ise T ile değişir: Ad → At, Dil → Til örneklerinde olduğu gibi. Şu an hatırımda olmayan birçok kurallı değişim daha söz konusudur.
Bu lehçelerdeki bazı sözler de Türkiye Türkçesine aynen geçmiş, ancak zamanla kullanım alanı daralmıştır. Is sözü buna örnektir. Günümüzde “ıssız” deriz oturanı, yani sahibi olmayan bir yer için. Ama Is’ı “sahip” manasında pek kullanmayız.
Türk lehçelerine meraklı biri olarak Bedri Noyan Dedebaba’nın manzum Türkçe Kur’an mealinde Fatiha Suresi’ni okuduğumda çok etkilenmiştim. “Övgü evrenler ıssı yüce Rabbimizedir; O’nun bağışlaması, acıması bizedir.” şeklinde başlıyordu.
Kuday = Hüda’nın bu lehçedeki telaffuzudur. Farsça kökenli xudâ’nın Türk lehçelerindeki ses değişmiş biçimidir. Türklerin büyük kısmı İslamiyet’i Horasan–Mâverâünnehir merkezli sufîler üzerinden tanıdığı için özellikle dini terminolojide Farsça etkisi çok fazladır.
Şimdi bu ipuçlarından sonra atasözünün manası az çok ortaya çıktı diye düşünüyorum:
“İtin sahibi varsa, kurdun Tanrısı var.”
Bedri Noyan Dedebaba (sırrı mukaddes olsun), meydanlarımızda uyandırılan irfan ışığı olan çerağ için şöyle diyordu:
“O, irfanı temsil eder. Hazreti Pir’in Horasan’dan bu yana getirdiği, gönüllerde tutuşturduğu, hümanist bir Türklük ve sevgi ışığıdır. İşte o yüzden de: bilim ve irfana uymayan, insanlığa uymayan, ahlak ve erdeme uymayan, Türklüğe uymayan gerçek Bektaşilikle bağdaşmaz ve onunla ilgisi yoktur.”
Atatürk de o muazzam “Hakikat Nerede” adlı şiirinde “Türk sadece bir milletin adı değil, Türk bütün adamların birliğidir.” dememiş miydi?
Şimdi tüm bunları söyledikten sonra, “it” nedir, “kurt” nedir, iyice açmak gerekir. Her ikisi de aynı soydan gelmesine rağmen (Canis):
İt, hazır yemek yiyerek konfor alanında mutlu mesut ama esir bir yaşam sürer.
Kurt, yemeğini kendi avlayan, zorlukları göze alarak bağımsız bir yaşam süren özgür ruhu temsil eder.
Fakirin bu atalar sözünden anladığı: Ruhunu özgür kılanların Tanrı’ya, yani hakikat bilgisine ulaşabileceğidir.
Didaktik yazılar fakire göre biraz bu keşfi kapatan yazılardır. Çoğu zaman “bu böyledir, şu şöyledir” şeklinde hükümler içerebilir. Oysa Bektaşi eğitim sistemindeki nefesler ve semboller, kişinin keşfini açmaya yöneliktir.
Bu nefeslerin zaman zaman şerhleri yapılsa da hiçbir olgun Bektaşi bu şerhlerde hüküm vermez; sadece kendi anlayışını ifade eder ve diğer anlamlandırmalara kapıyı sonuna kadar açık tutar. Her birey, kendi vakti geldiğinde deneyimleriyle bu nefes ve sembollerden bir mana çıkaracaktır.
Neticede tasavvuf zevktir, şer’i değildir. Yani insanlara tasavvufun anlayışını ya da kendi anladığınızı şart koşamazsınız. Rabbine giden yollar çeşit çeşit dallanır.
Sanırım bu anlayışa “ilham” demek yanlış olmaz. İlham vahiy değildir. Vahiy, tüm insanlığı ilgilendiren bir risalettir. Risalet hâkimdir, ancak “Lâ ikrahe fiddin – Dinde zorlama yoktur” ifadesine göre zorlayıcılığı yoktur. İlham ise selim bir kalpten zuhur eder, kişiye özeldir ve bir başkasını bağlamaz. Fakr ile yani kendi nefsinin yokluğuna ulaşmak ve ilahi hakikatin gönle dolmasıyla zuhur eder.
Mevlânâ “Sus, söyleme; söz bakışı bulandırır.” der. Fakire göre burada susmak, kukumav kuşu gibi kenarda oturmak değil; nefsinden konuşmamak, Halk’la Hak’tan konuşmak manasındadır. Böyle olursa sahabe, yani sohbet ehli olunur. Sohbet vaaz değildir; kulaktan girer, gönülde yer eder. Dayatma, kınama, ötekileştirme içermemelidir. Ne kadar becerebilirsek o kadar sohbet ehli oluruz.
Şu satırları yazarken Arthur Schopenhauer’in bir sözü geldi aklıma:
“Aşkı dayatma çabası aşkta nefreti, dini dayatma çabası dinde nefreti doğurur.”
Ey dost… Evet, belki de senin anlayışın daha ileridedir, belki de değildir. Ne olursa olsun unutma ki sen de o yollardan geçerek bu anlayışa ulaştın ya da bir sonraki merhalede başka bir anlayışa ulaşacaksın. Bırak yumurtanın kabuğunu civciv kendi kırsın; sen kırmaya kalkarsan civcive zarar verirsin. Sen kal ehli olma, hal ehli ol. Halinle esintini ver; belki senden gelen bu esintinin sıcaklığıyla civciv kendi kabuğunu kendi kırar.
Unutma: Hakikat dayatılmaz, gönülde demlenir.
Aşk olsun…
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum