KURAN’DA ŞİRK -2
17 Nisan 2025, Perşembe 09:32Bazıları şöyle derler: “Biz onlara tapmıyoruz, bunlar bizim ihtiyaçlarımızı karşılamak için birer vesiledirler! Oysaki Kuran’da hiçbir zaman böyle bir şeye izin verilmemiştir ve Kuran, böyle bu gibi kimselerin vasıtalığından söz etmemiştir!
Geçmiş dönemlerde de aynen bu durum vardı. Zümer Suresinde de denilen budur. “Onlara (müşriklere); “Niçin Allah’tan başkalarını evliyalar edindiniz?” denildiğinde, “Biz ki bunlara tapınmıyoruz” derlerdi ve “bunlar bizleri Allah’a yakınlaştıran şeylerdir” diye söylerlerdi.
-“Bizlerin Allah’a daha fazla yakınlaşmamıza vesiledirler.” (Zümer: 3)
Yani “bunlar tagerrub (Allah’a yakınlaştırma) vesilesidirler! Bunlar bizlerin şefaatçilerimizdirler. Bizler bunlara yalnızca tevessül ediyoruz! Ve tevessülden kastımız da onlara tapmak değildir! Bizler, dünyevi ihtiyaçlarımızdan dolayı tevessülde bulunuyoruz, tevessülde bulunduğumuz bu büyüklerimiz, gerçekte bizlerin ihtiyaçlarını gidermek için vardırlar. Bizler de bunları, Allah ile kendi aramızda vesile karar kılıp ihtiyaçlarımızı O’ndan talepte bulunsunlar diye onları aracı yapıyoruz!” gibi mazeretler uydururlardı!
İşte şirk denilen şey buralardadır! İnsanların bu mesirde karar kılınmalarıdır. Bu türden insanlar, Allah perestliğin “dikey tarafında” karar kılmıyorlar, “yatay tarafında” karar kılıyorlar. Allah’ın dikeyi şudur: “Yani biz Allah’a tapıyoruz, peygamber ve imamlardan da “ihlaslı bir şekilde” Allah’a nasıl tapıldığını öğreniyoruz!”
Bunun hiçbir sakıncası yoktur ve hem de güzeldir. Çünkü Allah perestliği güzel ve ihlaslı bir şekilde yerine getirmek için peygamber ve imamların öğretmenlik etmeleri, onların vazifeleridir.
Bir kısım insanlar da Allah’ın “yatay tarafında” karar kılıyorlar! Yani bunlar, Peygamber, imam ve evliyayı, Allah’ın yanına yerleştirmişlerdir. Gerçekte bu türden insanlar, Allah ile değil, Allah’ın yanına yerleştirdikleri peygamber, imam ve evliya ile irtibat kuruyorlar ve bu tasavvura göre bu zatlar, kendilerinin sorunlarını halletmiş olacaklar!
İşte Kuran ayetlerine iyice dikkat eder isek, neden Kuran’ın bu konuya (Tevhit’e) fazlasıyla vurgu yaptığını anlamış oluruz!
Kuran niçin “Allah tektir!” (İhlas:1) diyor?
“Allah”; “insanın kendisiyle gerçekleştirdiği uluhiyet gücü” demektir! Dolayısıyla insanın mabudu ve maşuku tektir ve birden fazla değildir!
-“Allah Samettir!” Yani doludur, kamildir, ihtiyaçsızdır, bir eksikliği yoktur ki diyelim faraza falan hususta sorunu vardır ve bundan dolayı da ben Allah’ın dışında başka birinden yardım alıyorum!
Kuran’ın birçok ayetinde şefaat ile ilgili bir ayet geçtiğinde, hemen peşince, “Allah, sizin kendilerinden şefaat talebinde bulunmak için gittiğiniz insanların geçmişlerini ve geleceklerini çok iyi biliyor!” (Taha: 110) diye söyler.
Yani hiçbir şey Allah nezdinde meçhul değildir ki, birisi ona gelip “bu şahsa yardımcı ol” desin! Allah her şeyi en iyi bilendir.
Hiç kimse de Allah’tan daha merhametli ve daha sevecen değildir ki, Allah’ın kalbini merhamete getirmiş olsun! Şayet birilerinin kalbinde merhamet vardırsa, onun kaynağı da merhameti sonsuz olan Allah’tır. Allah, o engin merhametinden birilerinin kalbine bir toplu iğnenin başı kadar o merhametinden bırakmıştır!
Demek ki her şeyi bilen O’dur. O taktirde biz birisine gidip onun Allah ile aramızda vasıta olması için ne söyleyebiliriz ki?
Allah, bizim içimizdedir. Bizim içimizdeki sırlardan haberdardır. Bizler, kendimiz bir şeyi anlamadan önce, o biliyordur. Bizler bir şeyi görmeden önce O görüyordur! Bizler bir şeyi duymadan önce O duyuyordur. Bizler bir şeyi hissetmeden önce O hissediyordur. Çünkü bunların tümü de bizim içimizdeki bir takım fiil ve infiallerden ibarettir. O fiiller sonuca ulaşmadan önce ve kalbimize varmadan evvel, Allah bizim ne türden sorunlarımız olduğunu biliyordur. Öyleyse birilerinin Allah’a bir şeyler söylemesine gerek yoktur ki Allah da onu dinledikten sonra bize yardım etmiş olsun.
Dua, şefaat ve tevessül meselesi de “mekaniksel” bir mesele değildir ki ben gidip birini bulayım. Ve yine dünyevi işler gibi değildir ki birisine “Allah’a git benim için şunu yapmasını istekte bulun” diyeyim.
Hayır! Bunların tümü de içsel meseledir. İnsanların ruhen etkilenmesi gerekir! Dua, şefaat ve tevessülün Allah ile irtibatı kalpledir, kalbi irtibatın da aracıya ihtiyacı yoktur. İnsanın kendisi Allah ile irtibat kurmaya en yakın olandır. Çünkü kalbi bununla huzur buluyor ve ruhu değişiyor. Kendinde bir değişim meydana geliyor. Böylece de şayet gerçekten bir haceti var ise yerine getirilmiş oluyor. Kısacası bu işler; başkalarına bizim söyleyip de onlardan yardım isteyeceğimiz konulardan değillerdir.
Kuran şöyle buyuruyor:
-“Onlar ki, siz onları çağırıyorsunuz! Bunların kendileri Allah’a tevessül ediyorlar! (Bunların kendileri Rablerine karşı bir vesile bulmanın peşindeler!) Bunlar tagarrubun peşindeler. Bunların kendileri Allah’ın rahmetini ümit ediyorlar! Onların kendileri Allah’ın azabından korkuyorlar!” (İsra: 57)
Yani Kuran diyor ki, siz niçin onların peşinden gidiyorsunuz? Bunların kendilerinin dahi kafaları başka yerlerdedir! “Siz niçin kendiniz direkt olarak Allah’a gitmiyorsunuz?”
Peki Kuran bu sözü kime söylüyor?
Kimi müfessirlere göre Kuran’ın bu sözü müşrikleredir! Ben bu sözün doğru olduğunu kabul etmiyorum, zira;
Birincisi; putlar insanlar için hiçbir şey yapmazlar!
İkincisi; putlar cansız şeyler oldukları için Allah’ın rahmetinin peşinde olmazlar!
Ayet diyor ki, “sizin çağırdığınız o kimselerin kendileri, Allah’ın rahmetine göz dikmişlerdir. Onların kendileri Allah’tan korkuyorlar! Onların kendileri Allah’a ulaşmak için tevessül ediyorlar, siz nereye gidiyorsunuz?” (İsra 57’de bunlar geçiyor!)
Bu ayeti okuduğumuzda, bunun öncesinde de peygamberlerin hikayelerinden söz ediliyor. Dolayısıyla, buralardan baktığımızda Kuran’ın bu sözünün (İsra/57) enbiya’ya dair söylenmiş sözler olduğunu söylemek mümkündür. Yani Allah ile kendi aramızda vesile olması için enbiyayı dahi çağırmak doğru değildir. Çünkü enbiya da kendileri için birer vesile arıyorlar ve Allah’ın azabından korkuyorlar! Dolayısıyla onları da çağırmamak lazım!
Bizler “Duay-ı Kumeyl’i” okuyoruz. Orada İmam Ali (as)’ın şöyle söylediğine şahit oluyoruz:
-“Allah’ım! Ben sana Rububiyetin ile tevessül ediyorum!”
Dikkat ederseniz “peygamberin ile tevessül ediyorum” demiyor!
Yine şöyle diyor:
- “(Allah’ım!) Senin kendini, kendime şefaatçi olarak tutuyorum!”
İşte “halis tevhit” budur! Ki, insan bu türden bir tevessül ile hem Allah’ın “Rububiyet” sıfatı ile kendisine tevessül etmektedir hem de Allah’ın kendisini direkt (aracısız) olarak kendisine şefaatçi karar kılmaktadır. İşte aracısız ve “halis” tevessül budur! Fakat her perşembe akşamları okunan bu duaya (Kumeyl duasına) Şiiler yeterince dikkat göstermiyorlar!
Zümer Suresinde geçen tüm konular, “İhlas dersleri” olarak nitelendirilmiştir! Yani Allah dinde “halis” olmayı istemiştir. Surenin ilk başlangıcı da öyledir.
-“Din; halis bir şekilde yerine getirilmelidir!” (Zümer:3)
Yoksa Allah insanın hem kendisine tapıp hem de kulu ile kendisi arasında birtakım şeylerin vesile karar kılınmasını kabul etmemektedir!
Yine Kuran, defaatle peygambere şöyle demektedir:
-“De ki: “Dini Allah’a özgü bilerek O’na ibadet etmek bana emredildi!” (Zümer: 11) Yani din, halis bir şekilde yerine getirilmelidir.
Kısacası; müşrikler Allah’ın evreni yarattığını kabul ediyorlardı. Allah; Rablerin Rabbidir, her şeyi O yaratmıştır diyorlardı. Fakat müşriklerin Tanrı inancına göre Allah, aynen bir ülkenin padişahı gibiydi. O padişahın genel halk ile işi olmazdı. Padişahın işi vezirlerle olur! Onların da kendi aralarında rütbe farklılıkları vardır! Yine şehrin valisi, kaymakamı, müdürü vs. böyle bir hiyerarşisi vardır ve en sonunda da köylülere ulaşırdı.
Bir müşrik şöyle düşünürdü; Benim Allah ile işim olmaz. O taktirde bu vasıtaları görmem gerek. Mektubumu en alt tabakada bulunana yazmalıyım ki, o da bunu en üst derecede bulunana ulaştırmış olsun.
İşte böyle bir tasavvur, dünyevi ve de beşerî bir tasavvurdur! Allah ile ilgili böyle bir tasavvur asla doğru değildir. Allah her an için hizmetçileri ile irtibat içerisinde bulunan bir padişahtır ve sürekli onların içerisindedir!
Toparlamalı olursak; bizler direkt olarak ve hiçbir aracıya tevessül etmeden Allah’a gitmeliyiz! Tevessülümüz Allah’a olmalıdır. Şefaatçimiz Allah’tır. Tüm ihtiyaçlarımız ve tüm irtibatlarımız Allah’adır! Diğer salih kullardan ise ders almalıyız. Allah presliyi onlardan öğrenmeliyiz. Allah perestliyimiz için bizim en güzel örneğimiz peygamberimiz ve imamlarımızdır.
Bizim için en güzel örneklerimiz, Kuran ve İslam’ın kucağında büyüyenlerimizdir. Eğitimlerini Kuran ve İslam’dan alanlarımızdır. Bu hususlarda bizler onlara yönelmeliyiz, onlardan öğrenmeliyiz. Böyle olur isek, Allah’a hakkıyla kulluk yapmış oluruz! Bu büyüklerimizin etkisi, bizlerin hacetlerini karşılamak için değil, Tevhide vasıta olmak içindir!
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum