MUCİZE BİR PARADOKS MUDUR? (I)
19 Mayıs 2025, Pazartesi 17:36“Mucize”, İslam’ın asil kaynağında “Kuran” olarak belirtilmiştir!
Bu da dinin, Kuran dışında herhangi bir mucizeyi kabul etmediği ve peygambere başka bir mucizenin verilmediği anlamına gelir!
Bununla birlikte aynı Kuran, İbrahim, Lut, Salih, Musa, İsa vd. nebilerin gösterdikleri mucizelerden de söz etmiştir! Bunun dışında, Müslüman kelam alimleri tarafından da önceki peygamberlere mucizeler verildiği ve peygamberlik delillerinden olduğu vurgulanmıştır!
Fakat Kuran, birtakım nebilerin mucizeye sahip olduklarını haber vermesine rağmen, İslam peygamberi için “Kuran’ın mucize oluşu” dışında bunların hiçbirinden söz etmemiştir!
Kanaatimce mucize, geçmiş toplulukların akli ve kültürel kapasitelerine uygun bir durumdu!
Fakat, içinde bulunduğumuz asrın kültürlü insanlarının akli ve kültürel yapılarına uyum sağlamadığı için onların “deizmin” kucağına itilmesine vesile olabilmektedir!
Bundan ötürü bu konu, büyük sorunlardan biri haline dönüşmüştür! Bu hususta, sorumluluk bilincine sahip “aydın din alimlerine (!)” büyük görevler düşmektedir.
Dolayısıyla burada akli açıdan onların görüşlerinden de faydalanarak, ele alıp incelemeye çalışacağımız konular şunlar olacaktır:
Acaba Kuran’da zikredilen enbiyanın mucizeleri doğru mudur, yoksa sadece Kuran söylentileri mi nakletmiştir?
Mucize diye bir şey vuku bulmuş mu, yoksa bulmamış mı?
Mucize denilen şeyler makul mu, değil mi?
Mucizeden kastedilen şey nedir?
Ve Mucize nasıl tarif edilir?”
İlk önce konuya mucizenin tarifiyle başlayalım! Mucizenin tarifi çok uzun olmasıyla birlikte, klasik dil bilimcileri kısaca onu şöyle açıklamışlardır:
- “Mucize, olağan üstü ve tabii kanunların aksine, enbiyanın eliyle vuku bulan ve sahibinin Allah tarafından gönderilen nebi olduğunu ispatlayan bir olayın gerçekleşmesidir!”
Biz şimdilik mucize tarifinin bu kadarıyla yetindik!
“Mucize”; dini düşünceye sahip birisi için tabi ki vardır! Örneğin Hz. Musa’nın asasının yılana dönüşmesi, Hz. İsa Mesih’in ölüleri diriltmesi, yarasa kuşuna ruh üflemesi, ala hastalığını iyileştirmesi, körlere şifa dağıtması, Hz. İbrahim’in ateşten kurtulması, Hz. Salih’in dağdan çıkan devesi ve en son olarak da peygamberimizin ayı ikiye bölmesi, miraca yükselmesi ve Kuran’ın ona nazil olması vs.!
Bunlar, iman eden her müminin kabul ettiği mucizelerdir!
Buradaki asıl soru şudur; “acaba gerçekten bu gibi mucizeler dışarıda vuku bulmuş mu, yoksa Kuran yalnızca söylentileri mi nakletmiştir? Şayet vuku bulmuş ise, acaba bunlar akıl ile uyum içerisinde mi, değil mi?”
Dini düşünceye sahip tüm din adamları:
1- Mucizenin mümkün olduğunu söylemişlerdir!
2- Birçok mucizelerin vuku bulduğunu kabul etmişlerdir!
3- Mucizelerin, onları gerçekleştirenlerin nebi olduklarına dair birer kanıt olduğunu dillendirmişlerdir.
Fakat akılcılar açısından mucize, tabii kanunların hilafınadır!
Ayrıca, kendi aklına saygı duyan mümin ve dindar kesim de biraz derinlemesine düşündüklerinde, nebilere nispet verilen tüm mucizelerin hurafe ve efsanevi şeylerden olduğunu fark etmektedirler!
Biz, açıkçası mucizenin vuku bulmasını ve mümkün olmasını, ileride açıklayacağımız deliller ile kabulde zorlanıyoruz ve yine mucizenin, sahibinin nebi olduğuna delalet ettiğini de reddediyoruz!
Bunu da yine birtakım delillere dayanarak söylüyoruz.
Yine enbiya hakkında söylenen mucizelerin hurafe olduklarını da ispat edeceğiz!
Açıklayacağımız o delillerden sonra görülecektir ki söylenilen bu mucizelerin hiç birisi akıl ile uyum içerisinde değildir!
Mucize konusu, 4-5 bin yıl öncesinin mahsulüdür!
Yani İbrahim ve Musa döneminden bu tarafadır!
Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, aklını ciddiye almayan dindarlar mucizelere inanır, ama akılcılar inanmazlar!
Evet, Elbette ki Allah’tan gelen “kerametlere” iman edilir! Yani Allah’tan taraf bize yapılan bir keramete iman edebiliriz.
Örneğin sizin bir sıkıntınız vardır ve Allah’a sürekli dua edip yakarışta bulunuyorsunuz! Allah da sizin o duanızı kabul edip sorununuzu çözüyor! Siz de kendi kendinize bunun bizzat Allah’tan olduğuna iman ediyorsunuz! Başka bir faktörün bunda etkin olduğunun muhal olduğunu anlıyorsunuz!
Sizin önünüze birden çok hall (çözüm) kapısı açıldığında ve Allah’a ulaştığınızda, siz onun Allah’tan bir keramet (ikram) olduğunu anlıyorsunuz! Bu durum, mutlaka sizin ve diğerlerinin de karşısına çıkıyordur! Fakat insanların çoğu bunun bilincinde değillerdir!
İşte bu, mucizeden farklı bir şeydir!
Mucize; insanın içinden ispatı olmayan, yalnızca dışarıdan yapılan bir şeydir!
Yani nebi, dışarıdan bir mucize getiriyor ve ben nebiyim ve nebi olmamın ispatı da şudur ve bu da Allah’tandır diyor!
Kısacası bizim İslam alimleri ve din uleması ile tartışmamız ve mucizenin doğru olduğunu iddia edenlerle mübahasemiz şudur:
- Biz diyoruz ki, mucize ile ilgili konu birçok boyutludur: Birincisi; ‘ilk önce mucizenin “sübut” boyutunu konuşmamız gerekir! Yani onun aklen vuku bulmasının mümkün olup olmadığını konuşmalıyız! Ondan sonra da onun ikinci boyutuna, yani “ispat” konusuna geçmemiz icap eder!
Diğer bir ifadeyle; her şeyin “sübut” ve “ispat” diye iki makamı vardır.
Örneğin birisi gelip size “altından dağ vardır!” derse, sizin mutlaka onun araştırmasını yapmanız gerekir. Onun ilk araştırılması gereken şey, akıl üzerinden olmalıdır!
“Acaba aklen altından dağın olması mümkün mü, değil mi?”
İşte buna “sübut makamı” derler! Akıl, bunun olabileceğinin mümkünlüğünü kabul eder ve size şunu söyler: “Şayet kaya ve mermerden dağ olur ise, altından niçin olmasın!”
Sübut makamı bunu kabul ettikten sonra, ispat makamına geçilir. Yani acaba böyle bir dağ dünyada mevcut mu değil mi? Bu durum araştırılır! Şayet var ise, demek ki bu söz doğrudur, şayet bir örneği yoksa, demek ki o söz doğru değildir!
“Mucize” konusu da öyledir. Yani sübut açısından ona baktığımızda, akıl bize onun tahakkuk bulmasının mümkün olmayacağını söyler!
Çünkü akıl açısından “mucize” mütezat/çelişik bir şeydir ve içerisinde geçersizliğini barındırır!
Buna Batı dilinde “paradoks” denir! (Yani görünürde doğru bir durum gibi görünür ama, aslında mantık kurallarına meydan okur ve düşündürücü bir çelişki yaratır!)
Mucizeye inananlar şöyle derler: “Mucize, tabii kanunları ve tabiat yasalarını iptal ediyor!” Örneğin asa, ilahi yasayı iptal edip yılan oluyor! Oysaki bu mümkün değildir!
Yine örneğin tabii yasa icabı ateş yakıcıdır! İbrahim peygamber ateşe atıldığında, ateşin onu yakmadığı iddia ediliyor! Yani İbrahim nebi, gösterdiği mucize ile tabii kanunu iptal etti deniyor! Aslında onların bu sözü, kendi içinde tenakuz/çelişki oluşturuyor!
Çünkü “şu kanundur” dendiğinde, kanununun asla istisna kabul etmediği de söylenmiş olur! O taktirde “İbrahim” in bu ateşe atılıp yanması müstesnadır!” sözü nasıl söylenebilir?
Siz ne zaman istisnadan söz etseniz, o şeyin kanun olmadığını de demiş olursunuz!
Oysaki kanun aynen matematikteki 1+1=2 eder hükmü gibidir! Yani matematikteki kanun budur ve bu kanun, her konuda geçerlidir! Şayet bir tek yerde 1+1=3 eder derseniz, bu artık matematik kanunu olmaktan çıkmış olur! Çünkü bu söz ile kanun, temelinden yok olur!
Diğer bir örnek daha verebiliriz: Örneğin diyoruz ki “bütün Pelikanlar beyazdır”, ya da “bütün Kargalar siyahtır!” Milyonlarca Pelikanın beyaz ve milyonlarca Karganın da siyah olduğunu görüyoruz!
Şayet o Pelikanların içerisinden birisi siyah ya da o kargaların içerisinden bir teki beyaz olur ise, o taktirde o kanun tümüyle iptal olur. Artık “tüm Kargaların siyah” ya da “tüm Pelikanların beyaz” olduklarını söylemek doğru olmaz! Dolayısıyla kanun, yalnızca bir tek istisnayı dahi kabul etmez!
Yani tabii kanunlar, medeni kanunlar gibi değillerdir! Çünkü medeni kanunlar itibari (değişebilir) kanunlardır!
Örneğin devletin kanunları doğru ve zati kanunlar değil, “İtibari” kanunlardır! Yani insanların var ettiği kanunlara mecazi olarak “kanun” ismi verilir! Onlar, gerçek anlamdaki kanun değillerdir! Gerçek kanun, tabii kanunlardır! “Mucize” gelip de “tabii/doğal kanunları yok ediyor!” diye düşünmek, illet ve malul (sebep ve sonuç) kanununu yok etmek olur!
Oysaki bu alemde illetsiz malul ve malulsüz illet (sebepsiz sonuç ve sonuçsuz sebep) bulmak mümkün değildir! Ayrıca bütün malülların illet ile münasip olması da gerekir.
Örneğin ateş hararetin illetidir, hararet ile ateş uyum içerisindedir. Suyu ateşin üzerine koyup da onun donduğunu ve buza dönüştüğünü beklemek mümkün değildir! Yani tabii yaslar içerisinde bu muhaldir! Şayet bunun mümkün olabileceğini söyler isek, bu sefer de bunun tabii yasa olduğunu söylemek mümkün olmaz!
Eş’ariler ile Gazali de tabii yasaları, illet ve malul kaidesini inkâr ediyorlar! İslam alimleri de şu mucize inancına ve kendilerince “mucize ayetlerine (!)” dayanarak “bizce illet yoktur” diyorlar! Her şeyin Allah’ın meşiyyet ve iradesine dayandığını öne sürüyorlar!
“Allah isterse ateş yakar ve hararet üretir” gibi delilleri öne atıyorlar! İşte bu gibi sözlerle ateşin illet olduğunu reddediyorlar. Şayet sıcak varsa, Allah ateşin sıcaklık ürettiğini irade ettiği için var olduğunu söylüyorlar! Bu da illetin varlığını inkâr olur! Peki “bir seferinde Allah ateşin yakıcılığını istemese ne olacak?” dendiğinde de, “ateş yanmış olsa da sıcaklık vermeyecek ve aynen İbrahim’in ateşi gibi olacaktır” diyorlar!
Eş’ariler ve Gazali günümüze dek evrendeki illet ve malul yasasının bulunmadığına iman eder ve her şeyin Allah’ın elinde olduğuna inanırlar! Bu da büyük bir felakettir!
Çünkü: “Her ne kadar bunun gibi bir düşünce insanın vehmi imanını artırmış olsa da bu, böyle kabul edildiği taktirde, artık hiçbir bilim adamının keşif ve üretim peşince gitmesi söz konusu olamaz! Ayrıca gelecek tehlikelere karşı herhangi bir tedbir de alınamaz! Çünkü bu söylediklerimiz genellikle illetlere/sebeplere dayalı şeylerdir! Fakat onlara göre hiçbir şey için fenomen mevcut değildir, her şey Allah’ın irade ve isteğine dayalıdır!
Müslüman filozoflar tabii kanunların kesinlikle var olduğunu, mucizelerin ise tabii kanunlar ile uyum içerisinde bulunmadığını iddia ederler!
İbn Sina, Farabi, Allame Tabatabai ve öğrencisi Şehit Mutahhari gibileri şunu da söylerler:
-“Mucize, tabii kanunlar ile zıddiyet arz etmez (çelişmez!) Fakat illetsiz de olmaz! Yani illetler iki kısımdır; bizim bildiğimiz illetler vardır, bir de bizlerin bilmediğimiz ama peygamberlerin güçlü ruha sahip olmaları hasebiyle onların bildikleri illetler vardır! İşte mucizenin oluşmasında onların bildikleri o illetler etkindir!”
Yani mucize, illet kanununu yok etmez!
Fakat insanlar cahil olduklarından, nebilerin o illetleri bilmesi sonucu, onlardan istifade edip mucizenin gerçekleşmesini temin edebilirler! Yoksa mucize, illet kanununu yok etmez!
Tabi ki bu, onlara ait bir görüştür! Ben bu görüşün doğru ya da batıl olduğunu söylemiyorum! Fakat önceden de işaret ettiğim gibi malul ile illetin uyum yasasına tabi olması gerektiği göz önüne alınır ise, örneğin bir devenin dağdan çıktığı konusunda, dağ ile devenin arasında bir uyumun bulunmadığını düşünüyorum! Musa’nın asasının yılana dönüşmesi hususunda da illet kanununun malul ile bir uyum içerisinde olduğu da söylenemez!
İşte bu söylediklerimiz “sübut” makamındaki sözlerdir!
DEVAM EDECEK
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum