ŞİADA “VELAYETİ FAKİH” KONUSU NEDİR? -1
01 Mayıs 2025, Perşembe 14:59Şiilerde asıl olan, Ehl-i Beyt soyundan gelen “imamettir!” Şiiler, peygamberden sonra yalnızca bunların öncülüğünü kabul ederler! Çünkü bunların Allah tarafından imam/öncü olarak atandığına inanılır!
On ikinci imam Hz. Mehdi’nin gaybet döneminden sonra, Şiilere öncülük etme sırası, dinî alimlere (müçtehitlere) gelmiştir. Bunların öncülüğünü kabul etmelerinin nedeni, onların kayıp imamın naibi olmalarıdır! Bu döneme kadar, yani bin yıldan bu tarafa Şiiler imamın naibi olarak “mercilere/müçtehitlere” inanırlar! Fakat siyasete müdahil olmazlar! Çünkü onlarda “re’yet/sancak” ile ilgili bir rivayet vardır. Onlar açısından sahih kabul edilen rivayet şöyledir:
-“Kaim’den (Mehdi’den) önce yükseltilen her sancak, sahibinin Allah’tan başka birine tapınan bir tağut (ilahi otoriteyi reddeden) olduğunu gösterir!”
Şiiler, imam Mehdi’nin zuhurunu bekler! O zuhur ettiğinde, zulüm ile dolan yer yüzünü, onun adalet ile dolduracağına inanılır! Şii ve Sünni her iki kesimin kaynaklarında böyle bir hadis de vardır!
Sünnilerde de Mehdi inancı bulunmasına rağmen, onlar açısından Mehdi henüz doğmamış ve ileride doğup gelecektir!
Yani Sünniler ile Şiilerin Mehdi üzerindeki farkı, “Sünnilerin henüz Mehdi’nin doğmadığına inanmaları, Şiilerin ise onun doğduğunu kabul etmeleridir!”
Şiiler, her ne kadar devletleri olmasa da inançlarının korunduğunu gördüler! Yani onların İran, Pakistan, Irak, Azerbaycan, Lübnan, Yemen, Bahreyn vs. gibi bölgelerde, Şiilik ile ilgili kültür ve inançları hep korunmuştur!
Osmanlı, Selçuklu vs. gibi Sünni inançlara sahip siyasi otoriteler tarafından da onların inanç ve kültürlerine herhangi bir müdahalede bulunulmamıştır!
İmam Humeyni, Batılıların kendilerine has deizm, ateizm, laisizm, sosyalizm, hümanizm, demokrasi vs. gibi ideolojiler ile gelip Müslüman Şiiler üzerinde çalışıp etki bıraktıklarını gördü! Ayrıca İslam’ın da tehlikede olduğunu müşahede etti!
Çünkü siyasi otoriteler, medya vasıtasıyla dünyayı, aynen bir köye çevirdiler ve her şey Şii ve Müslümanlar üzerinde etki bırakıyordu! Örneğin halk, Marxizm’ den etkileniyordu! Çünkü o zaman Sovyetler Birliği vardı ve Marxizm tüm İslam ülkelerinde kendine taraftar toplamıştı. Ya da Müslümanlar, Batı ülkelerine gidip laik oluyorlardı! Yani hem Sosyalist hem de laik kesim dinin zıddınaydı!
İmam Humeyni bu tür tehlikeleri görünce, “artık bizim Mehdi’nin zuhurunu bekleyecek mecalimiz kalmadı! Mehdi, bin yıl sonra da zuhur etmeyebilir! Bu anda bize gerekli olan şey, İslam devletini kurmaktır!” diye düşünüp, ona göre yol haritasını belirledi!
Evet, Humeyni’nin hedefi doğruydu! Yani hedefi dini ve kültürü korumaktı ve bununla da asimile olmanın önünü almaktı! Çünkü İran Şahı da asimile olmuş ve Amerika’nın güdümüne girmişti!
O dönemde İran’daki İslami hareket, gerçekten vicdani bir hareketti! Çünkü siyasi otorite ve onun başındaki şah, Amerikan ve Siyonistlerin ajanıydı! İmam Humeyni’nin ona sürekli söylediği söz şuydu: “Ey Şah! Sen neden Amerikan’ın adamı ve ajanı olmuşsun? Biz, bağımsız olmak istiyoruz! Biz, başkasının kölesi olmak istemiyoruz!”
İşte bu gibi sözler neticesinde İran İslam İnkılabı gerçekleşmiş oldu!
Bu inkılaba yalnızca Şiiler iştirak etmedi! Hatta İran’daki Sosyalist kesimler de dahil her kesimden insanlar iştirak etti! Çünkü Humeyni’nin o sözleri “vicdani” sözlerdi!
Daha sonraları o inkılabın getirdiği cumhuriyet ve şeriat tatbike dönüştü! Fakat bu, bir tehlike teşkil etti! Dolayısıyla İmam Humeyni, şeriatı dondurup tatbik etmedi!
Yani şu andaki İran’da zina edeni recmetme, hırsızlık yapanın elini kesme vs. gibi şeyler uygulamada yoktur!
Ben, aslında bu inkılabın doğru olduğunu kabul ediyorum! Fakat sonraları şer’i hüküm, kültür vs. nin tatbikinde birtakım sorunların bulunduğunu görüyorum.
Daha açıkçası ben, dinin aslındaki hükümlerin değil, otorite tarafından ortaya konulan hükümlerin tatbikinde sorunların bulunduğunu müşahede ediyorum!
Evet, toplumsal kültürler farklı olabilir! Örneğin günümüzdeki Batı topluluklarında, kimi ülkelerin Üniversite gençliği Filistin’ de işlenen cinayetleri protesto ettiklerinde, bakıyorsunuz ki onları okuldan atıyorlar! Oysaki onlar, yaptıkları o protestolarla yalnızca Filistin’e destek olduklarını belirtmişlerdir!
Fakat İsrail’i desteklemek için gösteri yapsalar, ona bir şey diyen olmuyor! Demek istediğim o ki, bu durumlar (yani siyasi otoritenin hükümlerinin tatbikindeki sorunlar) her millette vardır!
Biz, tabii ki İran İslam Cumhuriyetinin her yaptığını teyit etmiyoruz! Fakat asıl itibariyle Cumhuriyet, oradaki halk açısından mübarek bir harekettir! Zira Cumhuriyet, İslam ve halk için izzet oluşturdu. İran halkı, “istediklerinde Batı emperyalizminin hakimiyetinden kendilerini kurtarabildiklerine inanmaya başladı!”
Çünkü Batı emperyalizmi, yalnızca askeri alanda değil, kültürel, eğitimsel, ekonomik vs. gibi birçok alanlarda da bir millet için büyük bir tehlike oluşturmaktadır!
Biz Müslümanlar, aslında kendi kendine yeterli olacak bir halk istiyoruz! Doğu ile Batı arasında da eşit şartlara dayalı bir ekonomik yapıya sahip olmayı diliyoruz! İlişkilerimiz, Efendi- köle ilişkisi üzerinden olsun istemiyoruz!
Oysa ki emperyalist ülkeler dünya ile ilişkilerini efendi-köle ilişkisi üzerinden yürütme çabasındalar! Biz, bunu reddediyoruz! Zira bizim için önemli olan insanlık ve İslam’dır!
Şiilik bir mezhep olarak benim kabul edeceğim bir şey değildir! Sünnilik de mezhep bağlamında öyledir!
Bunların her biri, ikincil meseleleri (füruları) birincil mesele (usul) olarak kabul ederler! Diğer bir ifadeyle bu mezhepler, dinin birincil (zatî) meseleleri olan Allah’a ve değerlere iman konusunu ikincil meselelerden kabul eder, ikincil (arazî) meseleler olan itikadi ve ahkam ile ilgili konuları da birincil meselelerden görmekteler!
Amerikanlı Psikolog Albert şöyle der:
-“(Hangi din ve mezhepten olursa olsun) Tüm itikatlar birer işaret (sembol) dür ve insanın bunlar kanalıyla hakikatin zatına ulaşması mümkün değildir!”
Albert’in kastettiği şey, itikatların insanı mutlak hakikate götürmekte birer araç olduğu ve doğrudan “hakikat” olmadığı şeklinde yorumlanabilir!
Yani itikatlar, bireyin dünyayı nasıl algıladığına dair bir çerçeve sunar! Ancak bu çerçevenin işlevi, hakikati tam anlamıyla temsil etmek yerine, insan zihninde bir tür yol gösterici şeklinde tecelli eder!
Bu perspektif, özellikle de felsefi ve psikolojik bağlamda inançların, insanların kendi gerçeklerini nasıl oluşturduğunu veya şekillendirdiğini tartışan bir yaklaşıma işret ediyor olabilir!
Kısacası Albert’in demek istediği şudur: “İnsanın, itikatlar ile hakikatin zatına ulaşması mümkün değildir!”
Çünkü itikatların, insanı hakikatin zatına ulaştırması için sürekli değişken olması gerekir! Oysaki din ile mezhep, insan aklını kendi üzerinde dondurup sabitleştirmekteler! Bu da büyük bir tehlikedir! Bu tehlike İran’da da mevcuttur! Elbette ki biz burada, İran’ın siyasi boyutunu konuşuyoruz, mezhebi boyutunu değil!
Muhakkak ki bizler, Müslüman kimliğimiz ile siyasi boyuttan İran’ı teyit ediyoruz! Çünkü İran, Filistin’i teyit ediyor! Ve yine İran, İsrail karşıtlığını destekliyor! Şayet İran olmasaydı, Amerikan ve İsrail’in birlikte organize ettikleri İşit, Ortadoğu’daki tüm İslam alemini imha ederdi!
Daha doğrusu İran, ilk günden itibaren, ABD ve Siyonistlerin organize ettiği tüm güçlere karşı enerjisini seferber etmiş ve imkanlarını onlara karşı kullanmıştır! Oysaki kimi Arap Krallıkları, onların aleyhinde bir dirhem dahi kullanmadı! Hatta tam tersi tüm imkanlarını onları güçlendirme uğrunda seferber ettiler!
Bunlar İran’ın siyasi yönüdür! Mezhep yönünü de zaten söylemiştik! Aslında mezhep insanı asimile ediyor! Oysaki insan, düşünceden daha yücedir. Zira insanda duygu ve değerler vardır! Fakat mezhep insanın alanını daraltıyor!
Yani örneğin birine diyor ki, “sen Şii isen Cennete gireceksin! Sünni isen Cehennemdesin veya tam tersi!” Böylece mezhep, insanlığı, yalnızca inanç seviyesiyle değerlendiriyor! İnsanın insanlığını asimile ediyor!
Bu da tüm insanlık için büyük bir tehlikedir!
Denilebilir ki “İran maslahatı icabı Filistin’e destek veriyordur!” Evet olabilir! Çünkü sonuçta o da bir devlettir! Fakat bizim gibi mazlum Müslümanların maslahatı, İran ile uyum içerisinde olan bir maslahattır! Yani İran’ın her şeyinin ihlaslı olduğunu ve Allah için yaptığını söylemesek bile, şu kadarını söyleyebiliriz ki, İran’ın İşid konusundaki maslahatı, biz mazlum Müslümanların maslahatımız ile ittifak içerisindedir!
Örneğin bir doktor kanserli bir hastayı hem de pahalı bir şekilde ameliyat etse ve o hastanın yeniden hayatına vesile olsa, elbette ki bu doktor kendi maslahatı icabı para kazanmak için onun iyileşmesine vesile olmuştur! Buna rağmen bu hastanın kendisini kanserden kurtardığı için o doktora teşekkürde bulunması insanlığının icabıdır!
Acaba o hasta doktora; “hayır, benim üzerimde hiçbir hak ve iyiliğin yoktur, çünkü sen beni para kazanmak için iyileştirdin” diyebilir mi? Dolayısıyla, her ne kadar doktor ondan para alsa dahi, yine de o hastanın ahlaken ona teşekkürde bulunması gerekir! Yoksa, onun vermiş olduğu o paranın, doktorun vasıtasıyla elde ettiği o hayat mukabilinde herhangi bir değeri yoktur!
Bizler de aynen “doktor-hasta” misali yalnızca İran’a teşekkür ediyoruz! Çünkü bakıyoruz ki örneğin Filistin konusunda o kadar Arap ülkeleri sessiz kalmış, hatta bazıları korkudan İsrail’in yanında yer almıştır! İşte bu durum, büyük bir tehlikedir! Oysa ki İran’dan herhangi bir tehlikenin gelmesi söz konusu değildir! İran’ın Filistin’e desteği, maslahatı icabı yapılmış bir destek olsa dahi, bu bir tehlike değildir! Yani İran’ın yaptıkları tümüyle halkların çıkarınadır. Çünkü İran, tüm insanlığı, şu kanser hücresi olan İsrail’den kurtarmak istiyor!
İsrail, tüm insanlık için büyük bir tehlikedir! Zira İsrail, tüm dünya insanlarını kontrolü altına almak istiyor! Bundan 80 yıl önce biz Müslümanların sırtına bir hançer gibi saplandı ve hayali bir İsrail devletini kurma teşebbüsüne geçti! Böyle bir düşüncenin karşısında yalnızca İran değil, tüm Müslüman ülkeler durur ise, bizler de o kadar rahat edeceğiz ve Batılı emperyalist güçler yerine, şu anda emperyalist olmayan Çin gibi ülkeler ile irtibat kurmalıyız!
Kısacası Filistin meselesi, siyasi bir mesele değil, “Hak ve Batıl” meselesidir! Yani “bugün benim maslahatım Filistin ile, yarın da İsrail ile birlikte olmaktır” gibi düşünmek doğru değildir! Bu mesele, söylediğim gibi “hak-batıl” meselesidir, asla bir siyasi mesele değildir!
“Vicdan ekolü” ne mensup olan bizler, hakkın Filistinliler ile olduğunu teyit ediyoruz! Tüm dünya İsrail’in işgalci olduğunu doğruluyor! Dolaysıyla Filistin-İsrail konusu, “hak-batıl” konusudur! Daha doğrusu İsrail, en açık “batıl” dır! Filistin ise, en açık “hak” tır! Onlarca yıldır toprakları ve devletleri ellerinden alınmış ve böyle bir durumda bir Şii ya da Sünni olarak değil, vicdanlı bir insan olarak bizlere farz olan onları desteklemektir!
Örneğin Venezüella’ya Amerikan yıllarca ambargo uyguladı. Her ne kadar onlarla dilimiz, dinimiz, ırkımız, kültürümüz vs. aynı olmasa da onların arkasında durmalıyız, çünkü onlar haktır! Özellikle de bu asrın insanları için din ve mezhep değil, vicdan aranmalıdır! Şayet birisi vicdan sahibi ise, onunla irtibat kurulmalıdır, şayet insanlıktan yoksun ve vicdansız birisiyse, onunla da asla irtibat kurulmamalıdır!
Kısacası şu 21inci asrın dini, Allah’a ve insani değerlere bağlılık dini olmalıdır! Asıl olan budur! Bunun karşısında, sömürü, maslahatçılık (çıkarcılık), ahlaksal rezillik, mubahçılık vs. gibi yeni oluşturulan din ve inanışlardan uzak durulmalıdır!
BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum