BİR OLANIN GÖLGESİNDE: İKİLİKTEN BİRLİĞE YOLCULUK
28 Temmuz 2025, Pazartesi 16:30“Sen Ben diyorsun… Oysa ne Sen var ne Ben; Varlıkta sadece O var.” – Mevlânâ
İnsan, ilk nefesini aldığında “ben” olduğunu zanneder. Aynaya bakar, ismini öğrenir, bir bedene, bir kimliğe ait olduğunu düşünür.
Ancak bu kimlik, buzdağının sadece görünen yüzüdür.
Çünkü tasavvufa göre insanın asıl yolculuğu, bu “ben” dediği kısıtlı varlıktan çıkarak, evrensel “Bir”liğe kavuşma sürecidir.
Bu, zahirin çokluğundan bâtının birliğine geçiştir.
Bu yazıda, bu ezeli ve ebedî dönüşü hatırlamaya çalışalım.
Kesretin Tutsaklığı: Ayrılığın Yanılsaması
Tasavvufî terimlerle ifade edersek, dünya kesret (çokluk) âlemidir. Her şey birbirinden ayrı, her varlık bir diğeriyle karşıt gibi görünür: gece ve gündüz, iyi ve kötü, sen ve ben.
Bu çift kutupluluk, yaratılışın sahnesidir. Çünkü hakikat, zahirde kendini çoğaltarak sergiler. Lâkin bu çokluk, mutlak gerçeklik değildir. Zahiri ayrılık, bâtını birliktir.
İbn Arabi, bu durumu “vahdet-i vücud” öğretisiyle açıklar: Gerçekte bir tek varlık vardır, o da Hakk’tır. Diğer her şey onun zuhuratından, tecellisinden ibarettir.
Yani biz aslında “ikilik”te yaşamıyoruz; biz, birliğin aynasında kendimizi ayrı sanıyoruz.
Bu, “ayna” metaforuyla açıklanır: Aynada birçok görüntü vardır ama ayna tektir. Görüntüler silindiğinde, geriye yalnızca ayna kalır.
Ayrılıktan Birliğe: Aşk ile Erime
Peki bu birlik nasıl hatırlanır? Cevap: Aşk.
Tasavvufa göre aşk, ayrılığı sona erdiren ateştir. İnsan, kendini sınırlı benliğinde kaybettiği zaman acı çeker.
Bu acı, aslında bir hatırlatma işaretidir: “Sen, buraya ait değilsin. Sen, Bir olanı özlüyorsun.”
Ve bu özlem, aşkın kıvılcımını yakar.
Mevlânâ şöyle der: “Aşkla yan ki, benlik kül olsun. Çünkü kül olmadan O’na varılmaz.”
Bu yanış, bir yok oluş değildir. Bilakis, sahte olanın çözülmesidir. İkilik duygusunu doğuran “nefs”in çözülmesidir.
Kalp, önce benliğini terk eder; sonra karşıtlıkları, sonra zaman ve mekân sınırlarını…
Sonunda geriye yalnızca O kalır: “Lâ mevcude illâ Hû” – O’ndan başka var olan yoktur.
Fenâ ve Bekâ: Yoklukta Varlık Bulmak
Tasavvufun temel merhalelerinden biri olan fenâ fillah (Allah’ta yok olmak), bu sürecin doruk noktasıdır.
Kul, nefsinin, varlığının, bilgisinin, hatta ibadetinin bile bir gölge olduğunu idrak eder.
Ve her şeyini O’na teslim eder.
Bu teslimiyet, bir silinme değil; bir yansımadır. Çünkü “Hiçlik” mertebesine ulaşan, Hakikat’in aynası hâline gelir.
Fenâ’dan sonra gelen merhale bekâ billahtır.
Kul, Allah’ta yok olduktan sonra, Allah’la birlikte var olur. Artık o, kendi için yaşamaz; sadece Hakk için var olur. Sözleri, elleri, bakışları artık onun değil, O’nun tecellileridir.
Bu, Hazret-i Ali’nin şu sözüyle özetlenmiştir: “Ben, O’nu görmediğim hiçbir şeye bakmam.”
Zıtların Bütünlüğü: Siyah ve Beyaz
Aynı Nefeste Tasavvufî anlayışta “iyi” ve “kötü” zıt değildir; zıtlık, ilahi planın tecellisinde birer araçtır.
Her şey, O’ndan gelir ve O’na döner.
Dolayısıyla ayrılıklar, sadece aklın algısındadır. Kalp için “kara” da Hakk’ın rengidir, “nur” da. Işık, karanlığı anlamlı kılar.
Bu yüzden sûfî, hiçbir varlığı dışlamaz. Her sesi bir zikre, her bakışı bir aynaya dönüştürür.
Birlik Bilinci: Vahdetin Nefesiyle Yaşamak
İkiliği aşmış bir kalp için artık yargı yoktur, kıyas yoktur. Sevgi, ayırt etmeksizin akar.
Çünkü bilir ki; her yüze yansıyan, Bir olanın bir başka tecellisidir. Her insan, her taş, her çiçek, her nehir…
Hakk’ın bir aynasıdır. Bu bilinçle yaşamak demek, hakikati her anda hatırlamak demektir.
Bir kuşun ötüşünde O’nu duymak, bir çocuğun gülümsemesinde O’nu görmek…
Ve nihayet şunu söyleyebilmek: “Sen yoktun, Ben yoktum, hep O vardı; şimdi de sadece O var.”
SONSÖZ: AYRILIĞI BIRAK, BİR’LİĞE KATIL
Ey okuyan can, belki sen de ayrılığın acısında yanıyorsun. Belki sen de bu dünyada yalnız, ayrı ve eksik hissediyorsun.
Ama bil ki, bu hissin kendisi sana bir hakikati fısıldıyor: Sen ayrı değilsin. Bırak ben demeyi. Bırak sen demeyi.
Bütün nefeslerin sahibi olan O’nu hatırla. Ve Bir olanın sonsuz aynasında, kendi hakikatini bul.
KAYNAKÇA:
1. Tasavvufî Metinler ve Vahdet-i Vücud • İbn Arabi – Füsûsu’l-Hikem, Fütûhât-ı Mekkiyye • Sadreddin Konevî – Miftahü’l-Gayb • Abdülkerim el-Cîlî – İnsan-ı Kâmil
2. Mevlânâ ve Aşkın Dili • Mevlânâ Celaleddin Rûmî – Mesnevi, Divân-ı Kebîr • Şefik Can – Mevlânâ’nın Mesnevî’sinden Seçmeler
3. Tasavvufta Fenâ ve Bekâ • Annemarie Schimmel – Mystical Dimensions of Islam • William Chittick – The Sufi Path of Knowledge: Ibn al-‘Arabi’s Metaphysics of Imagination
4. Ezoterik Yorumlar ve Hermetik Paralellikler • Hermes Trismegistus – Corpus Hermeticum • René Guénon – Sembolizmin Temel Anahtarları • Seyyed Hossein Nasr – Knowledge and the Sacred
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum