İstanbul
21 Kasım, 2025, Cuma
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.81
  • ALTIN
    2412.9
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66248.09$

LAİKLER İLE DİNCİLER BİRBİRLERİYLE ANTLAŞABİLİRLER Mİ? -6

21 Eylül 2025, Pazar 21:16

Aslında Cebrail, Mikail, İsrafil, Azrail gibi isimler, Yahudi ismi ve onların uydurmalarıdır! İbrani dilinde “il”, Allah anlamına geliyor. “İsrail”; yani “Allah ile güçlü olan veya Allah ile mücadele eden!”, “Mikail”; yani “Allah’ın rızıklarını bölen” vs. Bunların tümü de hayali anlamlardır. Ayrıca “Cebrail” ile “Cibril”, aynı şeylerdir. Müslüman din adamları getirmiş Kuran’da geçen “Cibril” ile “Cebrail” in farklı şeyler olduğu uydurmasını ortaya atmışlardır! Yani “İbrahim” ile “Abram” ne ise, onlar da odur! “Yeshua” ile “İsa” da aynı şeylerdir. Yahudilerin “Yeshua” dediğine Müslümanlar “İsa” demiştir! Yani Müslüman din adamları, kendilerinin bağımsız olduklarını ve o isimleri Yahudilerden almadıkları mesajını vermek için öyle demişlerdir! Bu türden sözler, kelime oyunundan başka bir şey değildir! Gerçekte Kuran’ın tümü de Tevrat ve İncil’den alınmıştır!

Kısaca söyleme gerekirse, Cebrail’in yukarı çıkıp aşağı inmesiyle vahyi getirdiğini söylemek, batıl ve hurafe bir inançtır! Çünkü Allah, “insana şah damarından daha yakındır!” (Kaf:16) Allah, nebiye direkt ve canlı olarak da vahiy indirebilir! Dolayısıyla bir postacının bu işe vesile olmasına da ihtiyaç kalmaz! Örneğin Kuran’da: “Musa’nın annesine vahyettik!” (Kısas: 7), “Rabbin bal arısına şöyle vahyetti.” (Nahl :68) vs. gibi sözler de geçmiştir!

Bu sözler Kuran’da geçer! “Arı”ya vahiy gönderildiğinde, Cebrail’in onu getirip arıya iletmesine ne gerek var ki? Hidayet de öyle! O da tek kanaldan (yani direkt olarak Allah’tan) geliyordur!

Kuran vahyin, “vahiy meleği” ile nazil olduğuna, ya da Cebrail’e düşman olmanın büyük suç olduğuna işaret etmiş olsa dahi, İmam Ali (as)’ın dediği gibi “Kuran, birçok anlama gelebilen (çok yönlü) bir kitaptır!” Yani Kuran’ı tefsir etmenin birçok yönleri vardır! Bu da onlardan biri olabilir! Yoksa izah ettiğimiz gibi Cebrail’in bir postacı gibi Allah ile nebinin arasında gidip gelmesi ve yer yüzü ile gök yüzü arasında mekik dokuması, bütünüyle uyduruk, hurafe ve batıl şeylerdendir!

Filozofların, vahiy meleği Cebrail ile ilgili şöyle bir görüşleri vardır!

Onlar, Yunan filozoflarından biri olan Aristo’dan alınma, “el- Vahid la yesdürü anhü illa vahid/Tam anlamıyla bir olan varlıktan (Allah’tan) yalnızca bir şey (ilk akıl) meydana gelebilir!” gibi bir kaideye sahipler!

- “Daha açıklayıcı biçimde söylersek Filozoflar şöyle derler:

- “Bir olan varlıktan birden fazla şeyin çıkması, onun içinde çokluk (çok yönlülük) olduğunu ima eder. Bu da “mutlak birlik” ilkesine aykırıdır! Mutlak bir varlıktan yalnızca tek bir şey meydana gelir!”

Bu ifade, özellikle “ilk akıl” (akl-ı evvel) kavramını açıklamak için kullanılır. Bu kaide içerisinde geçen “El- Vahid” kelimesi Allah’ı, yani mutlak birliği temsil eder. Felsefi düşünceye göre, mutlak basitlikte olan bir varlık (Allah), doğrudan çokluk meydana getiremez! Bu nedenle Allah’tan doğrudan sadece ilk akıl (ilk yaratılmış akıl) meydana gelir! Daha sonra bu ilk akıldan başka varlıklar (göksel akıllar, gök yüzü, nefisler vs.) türemeye başlar! İşte bu ilke, İslam felsefesinde kozmolojik hiyerarşiyi ve yaratılışın düzenini açıklamak için kullanılır!

Filozoflar bu kaide üzerinden hareket ederek, birinci akıldan sonra ikinci- üçüncü ve… onuncu akla kadar bu şekilde gelirler! Onuncu akla da “faal akıl” derler. İşte bu faal akıl Cebrail ile uyuşuyor ve onun üzerinde tatbik ediliyor! Yani derler ki nebi, şu en son akıl ile (ki diğer bir adı da “müstefad akıl”dır) talimatları, Kuran vahyini ve gerçekleri almaktadır! Yani şu onuncu akıl nazil olmuş (aşağı inmiş) ve insan (nebi) ise suud etmiş (yukarı çıkmış) ve bu şekilde de gaybi alem ile irtibat kurulup hakikatler oradan alınmıştır! (O on akıl da “Meleke akıl”, “fiil aklı”, aklın en son ve en yüce merhalesi olan “müstefad akıl” diye devam edip gider!) Filozofların nezdinde vahyin tefsir şekli böyledir! Farabi ve İbn Sina bu görüşe sahipler!

Fakat ariflerin de filozoflara itirazları vardır! Fakat ben, konu uzamasın diye onu burada aktarmayacağım!

Ariflerin vahiy hususundaki görüşleri ise şöyledir:

- “Vahiy, insanın kalbindedir! Yani vahiy ve Cebrail denilen ve nebi Muhammed’e vahyeden şey bu vicdandır!

Ariflerin nezdinde Cebrail, “vicdan” olarak tefsir edilir! Yani vicdan Allah’tan bir ruhtur! Bundan dolayı Kuran’da Cebrail “ruhu’l- emin” olarak geçer! İnsanın kalbindeki ilahi ruh denilen şey, bu vicdandır! Bu da “nefs-i emmare” nin karşısındadır! Açıkçası nebi Muhammed’e vahyeden, onun vicdanıdır! Çünkü nebi Muhammed 20-30 yıl Hira dağında nefsini tezkiye edip ve kalbini arındırdığı için, sürekli hayırlı ameller işlemiş ve “sadık- emin” olmuştur! İşte bunlar ilahi nurlardır ve bu nurlar ile onun vicdanı münevver olmuştur! Yani Allah’ın nuru ile nurlanmış ve sonraları da “Cebrail” ismini almıştır! Diğer bir deyişle; her insanın özlüğü vardır, fakat her insanın özlüğü Cebrail değildir! Cebrail, ancak kâmil vicdandır! Yani vicdan kemale erince, ancak o taktirde Cebrail’e dönüşür, onda Allah’ın ruhu oluşur ve ona “Cebrail” denir!

Demek ki dindarlar arasında vahiy ile ilgili birbirinden farklı okuma biçimleri ve görüşler mevcuttur!

Kuran asla Allah’ın, insandan ayrı olduğunu söylemiyor! Hatta melekler de insandan ayrı değillerdir! Melek denilen şey, insandaki hayır güçlerdir! Şeytanlar ise insandaki şer güçlerdir! Ariflerin tefsiri böyledir! Yani arifler Şeytanların da Meleklerin de varlığını inkâr etmezler! Meleklerin insanlardaki hayır, şeytanların da şer güçler olduğunu söylerler! Fakat Şeytanı Allah’ın yarattığını söylemezler! Şeytan ve meleklerin yaratıcısının insanlar olduğunu söylerler! Yani derler ki, salih ameller insanın batınında meleklere dönüşür ve insanın melekutunu oluşturur. Nitekim Kuran’ın da buna işaret ettiğini şu ayet ile iddia ederler:

- “Böylece biz! İbrahim’e göklerin ve yerin melekutunu gösteriyorduk!” (En’am: 75)

“Melekût” demek, bu alemdeki en derin alan demektir! Bu da insanın dahilindedir! Orada da hem melekler vardır hem de Şeytanlar! Bunların her ikisi de (yani hayır da şer de) insanın dahilindedir! Cebrail ise, insandaki hayır gücün reisidir! Buna da melek denir! İşte Muhammed’e talimatları vahyeden de budur! Dolayısıyla bu, nebinin nefsinden ne bütünüyle ayrı ne de bütünüyle onun nefsinin bir parçası olan şeydir, bu ikisinin ortasında bir yerdedir! Yani bir yönüyle insan, bir yönüyle de Allah ile irtibat içerisindedir! Bir yüzü halka, bir yüzü de hakka yöneliktir! İşte vicdan böyle bir kabiliyete sahiptir ve “insanlaşmış ilah” denilen şey de budur! Yani beşerî sıfatlar ile muttasıf bir ilahtır! Diğer bir ifadeyle asıl Allah, İslam’ın dediği insanımsı şeklindeki ilah değildir!

Ariflerin nezdindeki en doğru görüş, burada naklettiğimiz bu görüştür! Fakat bu, aklî deliller ile değil, keşif ile elde edilen bir görüştür ve keşif olmadan böyle bir görüşe ulaşmak da mümkün değildir!

Aslında önceden de Cebrail, İsrafil, Mikail ve Azrail gibi isimlerin Yahudi isimleri olduklarını söylemiştik! Ve yine bu isimlerin tümünün de Tevrat’ta mevcut olduğundan söz etmiştik. İslam alimleri bu isimleri birebir Yahudilerden almışlardır. Biz, bunların batıl olduklarına da işaret ettik. Örneği Yahudi inancında “Mikail”, rızıktan sorumlu melekmiş! Tüm alemin rızkı onun elindeymiş vs.! Oysaki Kuran açısından rızkı veren Allah’tır! (Zariyat:58 ve bunun gibi diğer birçok ayetler!) Dolaysıyla bu türden inançlar tümüyle hurafedir! Fakat melekler (yani hayır güçleri), insanın dahilinde mevcutlar, cinayetkar ve suçlular hariç tüm insanlarda hayır gücü (melek) vardır! Cinayetkarlarda ise “hayır duygusu” ölmüş yalnızca şer unsuru kalmıştır! Evliya, enbiya ve salih kullarda ise, şer unsuru (şeytan) ölmüş, yalnızca hayır unsuru (melekler) kalmıştır! Bundan ötürü de “melek insanlar” olmuşlardır! Yani Allah’a arif, salih ve en yüce mertebeye sahip insanlar derecesine çıkmışlardır!

Farabi ve Sedrü’l- Müteellihin gibi arif filozoflar derler ki, “Allah’ın şer ve şeytanı yaratması mümkün değildir. Şeytan, insanların amelleridir. Nitekim psikoloji ilminde de buna işaret edilmiştir!”

Şöyle bir soru sorulabilir:

-“Kuran, Tevrat ve İncil gibi kutsal metinlerde Şeytan ile ilgili birtakım sözler geçmiştir! Onun, Allah ve insanın düşmanı olduğu söylenmiştir! Yani “şeytan”, İblis ’in bir sıfatı olarak Tevrat, İncil, ve Kuran’da zikredilmiştir! Örneğin:

-“Allah onu ve melekleri Adem’e secde etmeye emredince, İblis/Şeytan “kabul etmedi, büyüklük tasladı ve inkâr edenlerden oldu! (Bakara:34)

-“(İblis), “Ey Rabbim! Onların dirilecekleri güne kadar bana mühlet ver.” dedi. (Allah,) “Sen, bilinen zamandaki güne kadar mühlet verilenlerdensin” dedi.” (Hicr: 36-37-38)

-“Şeytan, insanı zillet içinde yardımcısız bırakır.” (Furkan: 29) vs.

Çok azını aktardığımız bunlar gibi Kuran’da onunla ilgili birçok ayetler vardır! Dolayısıyla Şeytan bu isim ile Kuran’da geçtiğine göre, onu o şekliyle (insanın yarattığı ‘şer güç’ şekliyle) tefsir ermek, doğru tefsir olur mu?”

Cevap:

Evet, Kuran Şeytan hususunda bu sözleri söylemiştir, fakat yine de söylüyorum, “Şeytan’ı yaratan Allah değil, insandır!”

Ayrıca Kuran’da onunla ilgili bu kadar sözler geçmesine rağmen, Kuran ayetlerinin farklı tefsirlerinin de bulunduğunu unutmamak lazım! Ayetlerin tefsirlerinden birinin (örneğin zahirlerinin tefsirinin) doğru olduğunu, diğer tefsir türlerinin de batıl olduğunu söylemek de yanlıştır! Zira Kuran’ın zahiri sözlerinin çoğu makbul değildir! Örneğin Kuran diyor ki; “Allah’ın eli onların elinin üzerindedir” (Fetih :10) Peki Allah’ın eli var mıdır? Olmadığına göre, ayetin doğru tefsiri “Allah’ın gücü onların gücünün üstündedir!” olmalıdır! Yine Kuran Allah’ın “Semi/işiten” ve “Basir/gören” olduğundan bahseder! Duymak için kulağa, görmek için de göze ihtiyaç vardır! Peki Allah’ın kulağı ve gözü var mıdır? Yine Kuran Allah’ın yüzünden (vech) bahseder! Peki Allah cisim mi ki yüzü bulunsun! Dolaysıyla bu gibi sözlerde çok derin anlamlar bulunmaktadır! Hatta Kuran’ın kendisi de buna dikkat çekmek için şöyle der: “Onlar Kuran’ı inceden inceye (derinlemesine) düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinin (akıllarının) üzerinde üst üste kilitleri mi var?” (Muhammed: 24)

Şayet yalnızca Kuran’ın zahiri şekliyle tefsir edilmesi sahih olsaydı, o taktirde Kuran’ın “tedebbür ediniz/derinlemesine düşününüz” demesine ne gerek vardı? Demek ki Kuran’da daha derin anlamlar var ki, bizlere onu “derinlemesine düşününüz” diyor!

Dedik ki Allah, İblisi yaratmıştır Şeytan’ı değil! Şeytan’ı ise insan yaratmıştır! Bunu böyle söylemedeki kastımız şudur:

- “İblis, ilk dönemleri Allah’a ibadet ediyordu! Çünkü yaratıcısı Allah’tır! Allah’ın yaratıcısı olduğu tüm yaratıklar O’na ibadet ederler! Çünkü Allah illet, yaratıklar ise maluldür. Malulün de illet ile münasebet kurması ve ona temayül etmesi kaçınılmazdır! Yani malul illet ile buluşur ne ona isyan eder ve ne de ona başka bir şeyi şirk koşar!

Fakat insanda hayır ve şer diye iki yön vardır ve insan bunlardan birini tercih etmekte özgür bırakılmıştır! Örneğin, insanın kendi özgürlüğüne dayanarak günah (şer) işleme boyutunu seçtiğini farz edelim! İşte İblis de böyle oldu, yani tercih etmede özgür bırakıldığı hayır ve şer boyutlarından, “şer” boyutunu seçip Şeytan oluverdi! Daha açıkçası Allah, Kuran’da “Şeytan’ı ben yaratmışım” demiyor! Allah “İblis” i yaratmıştır! Doğru olanı budur ve İblis hayırdır!

Arifler, Âdem ile Havva’nın Kuran’da geçen hadisesini batıni (subjektif) bir şekilde tefsir ederler, objektif değil! Çünkü onlar, “hadiseler objektif bir şekilde yorumlandığı taktirde, onların hariçte (gerçekte) yaşanması gerekir” diye bir görüşleri vardır!

Arifler derler ki, tüm dini hadise ve anlamlar, subjektiftir! (Yani nefsani/batınî anlamlardır!) “Âdem” demek, insan hakikatinin zatı demektir! Yani insanın hayırlı ve akıllı zatına “Âdem” denir! İnsanın “şer” yönü (nefs-i emmaresi/insandaki en düşük nefis mertebesi) ise, Şeytan’dır! Yani bunların yorumuna göre Kuran diyor ki, “nefs-i emmare” ye Âdem için secde etmesi emredildi! Fakat “nefs-i emmare, Adem’in, yani aklın ve vicdanın önünde boyun eğmedi! Sürekli olarak haram, ifrat ve tefrit yollarını tercih etti! Dolaysıyla isyan eden İblis değil, insandaki şer gücü ve nefs-i emmare’ dir! Yani Şeytan’ı yaratan insanın kendisidir!”

Daha açıkçası insanın kalbine İblis hakimdi! İblis ise aynen sıfır yaş ile 20 yaş arasındaki hayır unsuru olan ego (enaniyet) gibi hayır unsuruydu. Diğer bir deyişle bu enaniyet, hayırları cezbeden ve şerleri defeden bir unsurdu!

Fakat enaniyet uzunca bir süre insanda kalır ise insan, “enaniyetten”, “enaniyetçiliğe” geçiş yapmış olur! Oysaki onun, bu ferdi enaniyetten kurtulup toplumsal enaniyete geçmesi gerekir! Toplum içerisinde bu enaniyet üzerinden bir şeyler elde ettikten sonra da ondan kurtulup, Rububiyet enaniyetine geçiş yapması lazım! Daha sonra da bundan daha geniş bir enaniyete sahip olması icap eder!

Çocukluktaki enaniyet (İblis), faydalı bir şey idi! O “enaniyet” Allah’a itaatte bulunuyordu, yani çocuğa hizmet ediyordu! Çünkü çocuğun eneye ihtiyacı vardır! Zira çocuk bağımsız olmak istiyor ve bu ene vasıtasıyla insanlığını, babasını, annesini, kardeş ve yakınlarını tanıyor ve yine iyi ve kötü şeylerin bulunduğunu anlıyor! Fakat bu enenin, örneğin 20 yıldan daha uzun bir zaman zarfında onda devam etmesi uygun değildir! Şayet bu süre zarfında akıl ve vicdan ona dahil olursa ve 20 yıl ondaki o ene onlarla kaynaşıp kavuşursa, o taktirde o enaniyet ondan ayrılıp, yerine toplumsal bir enaniyet geçecektir! Böylece insanda diğerlerini de sevme, onlara yardımcı olma, onlarla empati kurma, mazlumların yardımına koşma, zalimlerin karşısında durma, onlara eşit davranma vs. gibi toplumsal enaniyetler tecelli edecektir! Dolaysıyla, çocuğun ilk dönem enaniyetinden kurtulması gerek!

Üçüncü aşamada da mükemmelliğin son noktasına ulaşıp “fena fillah” olması için, toplumsal enaniyetten kurtulup, Rububî enaniyete geçmesi gerekir! Yani dünya ve ahireti kuşatacak kapasitedeki genişçe bir enaniyeti yakalaması icap eder!

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum