LAİKLER İLE DİNCİLER BİRBİRLERİYLE ANTLAŞABİLİRLER Mİ? -7
21 Eylül 2025, Pazar 21:16Kuran “Allah’ın Kelamı mıdır” yoksa “İlahi Kelam mıdır”?
Kuran, asla “mutlak Allah’ın” kelamı değildir! Diğer bir ifadeyle; zaman ve mekân üstü olan “mutlak Allah”, ne elçi gönderir ve ne de kitap indirir! Fakat bu kitabı (Kuran’ı) gönderen ve indiren Allah, insanın dahilinde, nebi Muhammed’in vicdanı ve nefsindeki “vicdanî Allah” tır! Dolayısıyla bu kitaptaki kelamlara, en doğru olanı “Allah’ın kelamı” değil, “İlahi Kelam” demektir!
“Kelamullah” ile “ilahi kelam” arasındaki fark şudur:
- “Kelamullah”ın masum olması ve içerisinde asla hiçbir kusurun bulunmaması gerekir! Oysaki Kuran’da birçok ilmî, belağatsal, beyanatsal, ahlaksal vs. gibi hatalar vardır!
Örneğin savaş hususunda Kuran hem müşriklerin öldürülmesini emrediyor hem de onların namuslarını mübah kılıyor! Peki nasıl oluyor da ahlak örneği ve kaynağı olan Allah, böyle bir şeyi hüküm haline getiriyor? Dolayısıyla Kuran’da geçen birçok olaylar, ilmi, ahlaki ve akli olarak batıl olaylardır! Bunun için diyoruz ki Kuran’ın “mutlak Allah” tan olması mümkün değildir! Fakat Kuran, Allah’ın nuru olan vicdandandır dersek, o taktirde buna “İlahi kelam” deme imkânımız bulunur! Yani Kuran’daki kelamlar, Allah’ın boyası ile boyanmıştır! Kuran buna “Sıbgetellah/Allah’ın boyaması” (Bakara :138) der! Kuran, Allah’ın boyamasıdır! Yani Allah’ın kokusudur, ama Allah’ın kelamı değildir! Fakat ben buna “İlahi kelam” diyorum! Çünkü onu, nebi Muhammed vicdanından almıştır! O vicdan ki, Tevrat ve İncili de tastık etmiştir! Yani bu bilgileri Tevrat ve İncil’den almıştır! Bu bilgiler ise o dönemde doğru ve hak olan bilgilerdi! Yani o dönemde, hatta Muhammed’in aklı dahi ilkeldi! Dolayısıyla, tüm bilgileri Tevrat ve İncil’den ya da cahiliyet adetlerinden almıştır!
Örneğin hırsıza ceza olarak verilen “elinin kesilmesi” hadisesi, cahiliye dönemi hükümlerindendir! Dolayısıyla Kuran’ın Cebrail vasıtasıyla nebi Muhammed’e geldiğini ve tüm hükümlerin Allah’tan olduğunu iddia eden milyonlar, avam olmaları hasebiyle bu hususta yeterli olmamaktalar! Şayet bir şeyin hak oluşu için büyük çoğunluğu oluşturan milyonlar hüccet/kanıt olsaydı, Hindistan’daki milyon hatta milyarların ineğe İlah diye tapmaları ya da milyarlarca Hristiyan’ın İsa Mesih’e Allah’ın oğlu demeleri de bir kanıt olurdu! Dolayısıyla milyarların inandıkları bir şey, mutlaka akli ve ilmi verilere dayanmalıdır, şayet öyle değilse, o inanç ve düşüncelerin tümü de hurafe ve batıl şeylerdir!
Eski Yunan dönemindeki insanlardan da milyonlarcası Allah’ın birden fazla olduğuna iman ediyordu, fakat tümü de batıldı! İslam da geldi ve milyonlarca taraftarı olan şirki iptal edip yerine “tevhidi” ikame etti. Efenim “milyonlarca insan bir konuya inanıyorsa o haktır” sözü din adamlarının boş kuruntusudur!
Çünkü Nikolas Kopernik, yer yüzünün güneşin etrafında döndüğünü ilk söylediğinde, tek başınaydı! Filozof ve Hıristiyan din adamları tümüyle buna itiraz ettiler ve; “tüm alem yer küresinin hareketsiz, güneşin ise onun etrafında döndüğünü söylüyor da bir tek sen mi onların aklıyla alay edercesine bunu söylüyorsun?” diye onu küçümsemeye koyuldular! Sonradan zaman onu haklı çıkardı ve onun görüşünün hak, milyonların görüşünün ise batıl olduğunu ortaya koydu! Yani milyonlarca cahilin bir şeyi söylemesi, o şeyin hak oluşunun delili olamaz!
Şunu da ilave edeyim ki biz, her ne kadar karşı tarafın %100 batıl olduğunu söylesek de bizim görüşümüz %100 doğrudur diye bir iddiada da bulunmuyoruz! Yalnızca bizim sözümüzün doğru olma ihtimali vardır diyoruz! Yine biz, çoğunluğun değil çoğulculuğun hak olduğuna inanıyoruz! Yani tek bir adamın hakikatin tümünü idrak etmesinin mümkün olmadığını söylüyoruz! Fakat ondan bir cüzü idrak etmesi mümkündür diyoruz! Örneğin bir insanın gökdelen bir binadan ya da yüksek bir yerden çıkıp İstanbul’u seyretmesiyle onun tümünü görmesinin mümkün olmadığını, ama kısmen İstanbul’dan bir bölümünü görmesinin mümkün olabildiğini söylemekteyiz!
Kısacası biz, çoğulculuktan yanayız. Fakat din adamlarının, toplumun zihnine derinlemesine yerleştirdikleri %100 batıl olan görüşlerin olduğunu da söylemeliyiz! Örneğin Darwin’in “Evrim” görüşünü ele alalım! Kuran’ın söylediği ve müfessirlerin; “Allah insanı topraktan yaratmıştır” ayetini bu şekliyle yanlış tefsir etmelerinin, %100 batıl olduğunu söyleyebiliriz! Fakat Darwin’in söylediği sözün %100 ya da %90 doğru olma ihtimali de olabilir! Bunun bu görüşünden daha iyisi bulunup ortaya çıkana kadar bu böyle kalacaktır!
Elbette ki Kuran’ın “insan topraktan yaratılmıştır” sözü ile ilgili farklı ve haklı tefsirler de mevcuttur! Ben Darwin’in görüşünün “insan topraktan yaratıldı” sözünü iptal ettiğini söylüyorum! Fakat Kuran’ın tek bir görüş olarak “insanın topraktan yaratıldığı” sözünü iptal ettiğini söylemiyorum! Çünkü bu ayet ile ilgili başka türlü tefsirler de vardır! Örneğin şu da o ayetin tefsirlerindendir:
- “Bizim asıl “beslendiğimiz gıdalar (!), örneğin meyve, et, bitki, ekmek, süt, yumurta, vs., bunların tümü topraktan çıkıyor! Dolayısıyla, bizler de topraktan gelen bu mahsuller ile beslendiğimiz için, bizler de topraktan husule gelmiş bulunuyoruz!”
Özetlersek, bu konuyla ilgili ayetin tefsiri, avam insanların tefsiri gibi kolayca ve basitçe yapılan bir tefsir değildir! Yani avam halk der ki, “yer yüzünde hiçbir şey yoktu. Allah insanı yaratmayı diledi. Cebrail’i yer yüzüne gönderip her türden toprak getirtti, onları birbiriyle karıştırtıp balçık yaptırdı ve ondan da insan denilen varlığı yarattı!” Oysaki iş bu kadar basit değildir! Dolayısıyla her ayette birden fazla tefsir vardır! Şayet her ayetin tek tefsiri olur ise o, dogmatik olur! Yani insanın aklını dondurur! Oysaki aklın sürekli hareket etmeye ihtiyacı vardır! Yani akıl, sürekli yenilikleri keşfetme peşindedir! Şayet bir ayetin tek bir tefsir ve anlamının bulunduğunu iddia eder isek, bu bizim aklımızı kilitler! Ayrıca Kuran, bizi bundan nehyediyor! “Onlar, Kuran’ı hakkıyla düşünmezler mi? Yoksa kalpleri kilitli mi?” (Muhammed: 24)
Ayette geçen “Kalpler”den kasıt; “akıllar” dır! Yani Kuran hususunda derinlemesine düşünmeyenler, akıllarına hem de birkaç kilit vurmuşlardır! İşte Kuran’ın “tedebbür” den kastı, ona muhtelif anlamlar yüklemektir! Yani Kuran’ın kendisi, “Kuran’ın zahiriyle yetinmeyiniz” demek istiyor! Onu derinlemesine düşünün ki, ondan başka anlamlar da çıkarmış olasınız! Bu, “insanın topraktan yaratıldığı” ile çelişmiyor! Çünkü bizim tümümüz bu topraktanız. Yani meyve, bitki, buğday, pirinç, nohut, fasulye, farklı hayvan etleri ve farklı hayvan süt ve yumurtalarından beslenerek vücuda geliyoruz! Bu saydığım şeyleri hatta hayvanlar da yiyor ve bizler de hayvanları yiyoruz, dolayısıyla da hepimizin aslı toprak ve su oluyor! Yani avam halkın inandığı gibi “binlerce yıl önce insan yoktu, Allah da bir tek Adem’i yarattı, onun kaburgasından da eşi Havva’yı yarattı ve onların da nesli arttı, böylece de dünyadaki milyarlarca nüfus vücuda geldi” düşüncesi, doğru bir düşünce ve inanç değildir! Çünkü bu türden bir görüş, hayli basit, eski ve de sade bir görüştür! Yani aynen eskideki Astronomi ile ilgili Batlamyus görüşü gibidir. İlim böyle bir görüşün batıl olduğunu kanıtladı!
Biz, Kuran’ın kesinlikle bu ayetten bunu kastettiğini de söylemiyoruz! Zira Kuran’ın birden fazla yorum ve anlam taşıdığını da biliyoruz! Dolayısıyla biz, Kuran’a saygı göstererek şöyle diyebiliriz:
- “Bu ayetin, Darwin’in söylediği şekliyle başka bir tefsiri daha vardır ve bu da makuldür!”
Öyleyse bizler, ilmi olarak batıl olan bir tefsir üzerinde neden ısrarlı bir şekilde bu kadar duralım ki?
Mehdi ile Mehdeviyetin Farkı Nedir?
Bu konu, “Hermenötik” ilim ile ilişkili bir konudur! Hermenötik ilmi, 17’nci asırda Batılılar tarafından keşfedilen ve “nasların nasıl anlaşılacağını ortaya koyan ilimdir!”
Nassı anlamanın, onun hakkında derinlemesine düşünmeye ihtiyacı vardır! Yani geçmişi olmayan, fakat yeni yaratıcılığı olan düşünsel şeylere ihtiyaç vardır!
“Mehdi” meselesi, aynen “Adem’in topraktan yaratılması meselesi gibidir!” O meselede olduğu gibi, bununla ilgili meselede de iki tür görüş vardır! Onlardan biri çok sade ve basitçe bir görüştür ve bu da batıldır! Dolayısıyla, batıl olan bu görüşten daha üstün bir görüşü ele alıp kabullenmek gerekir ve o da şudur:
- “Biz diyoruz ki Mehdi’nin varlığı, bin yıldan bu tarafa, hem Şiiler ’in nezdindeki gaybete çekilme hadisesi ile hem de Sünnilerin nezdindeki ileride gelecek bir şahıs olarak, bütünüyle hurafedir! Yani bu da aynen Cebrail gibidir! Fakat bizim de iman ettiğimiz “Mehdeviyet” konusu, doğru bir konudur! Daha açıkçası “şahıs” olarak Mehdi hurafedir, ekol” olarak “Mehdeviyet” haktır. Şöyle ki:
- “İnsan, beşer olarak er geç adalet, özgürlük, insan hakları, eşitlik, empati vs. hususunda, dünyanın kaderini değiştirecek bir dereceye ulaşacaktır! Bir düşünsenize, bundan bin yıl önce dünyada insan hakları, hukukun üstünlüğü, özgürlük vs. diye bir şey yoktu. Ama şimdi nispeten vardır! İnsan da öyledir! Yani 20 yıl kadar yaşıyor ve daha sonra öyle bir şeyle karşılaşıyor ki, kendisinde bir anda %100 bir değişim ve dönüşümün olduğunu müşahede ediyor! Bir bakıyorsunuz ki tüm şekleri, şüpheleri, tereddüt ve kaygıları geride bırakmıştır! Aynen büyük arif olan “Buda” gibi onda bir nur oluşmuş ve bu nur ile gerçekleri keşfetmiştir! Yani bir insan gerçekten ihlaslı olur ise Allah ona hakikati keşfettiriyor! Onun nefsinde bir “inkişaf” (gelişim) gerçekleşiyor! İşte böyle bir “inkişafın” adı, “Mehdeviyet” tir! Yani insan önce hakkı keşfediyor, ondan sonra da doğru yolda yürüyor. Çünkü bütün insanlarda şehvet, zulüm, toplumdan etkilenmeler vs. oluyor! Fakat insan iman, doğruluk, arınma, tezkiye, hakkı talep etme vs. gibi hareketlere sahip olunca, Kuran’ın dediği: “Bizim uğrumuzda çaba harcayanları biz, yolumuza hidayet ederiz” (Ankebut: 69) sözü gerçekleşiyor! İşte insanın bu hidayeti bulması “Mehdeviyet” tir! Tüm dinler, örneğin Yahudilik, insanları Mesih üzerinden bu işe davet ederler!
Evet “Mehdi” hurafedir, fakat “Mehdeviyet” değildir! Yani şahıs olarak Mehdi, Cebrail gibi uydurmadır. Cebrail hususunda dedik ki, onun o kadar uzun kanatlara sahip olması, yukarı çıkıp aşağı inmesi vs. tümüyle hurafedir! Bu sözler, basit akıl sahiplerinin inanması içindir!
Daha açıkçası İslam dini, insanların tüm kesimine nüfus etmek istiyor! İnsanların da %99’unun aklı basit akıldır! Hiçbir konuda derinlemesine düşünme imkânları olmuyor! Dolayısıyla onların, şahıs olarak Mehdi’ye ya da Cebrail’e iman etmeleri normaldir! Çünkü bu türden insanlar, “akılcı insan” değillerdir, “avam insanlardır!” Oysaki dönemimiz akılcılık dönemidir! Yani bu inançlar, modernite döneminden önce doğru inançlardı, fakat şimdiki dönem, modernite dönemidir. Modernite dönemini diğerlerinden ayıran tek şey “akılcılıktır!” Bu dönemde her şeyi nas üzerinden değil, “akıl” üzerinden almalı ve modernite dönemi öncesini terk etmeliyiz!
“Naslara” kulluk dönemi artık çok gerilerde kalmıştır! Evet, eskiler her şeyi naslara tabi olmakta buluyorlardı! Kuran böyle demiş, nebi şöyle emretmiştir diye hep onlara kulak veriyorlardı! fakat artık o dönem eskimiş ve akılcılık dönemi başlamıştır! Yani demek istiyorum ki artık, cehalet döneminden ilim dönemine geçilmiştir! Çünkü ilim her dönemde vardır! “Artık modernite öncesinden modernite sonrasına geçilmiştir. Batı’da ise şu dönemlerde, “moderniteden modernite sonrasına geçiş yapılmaktadır!”
Şu anda biz Doğulularda laikler ile dinciler arasında çekişme mevcuttur. Bu çekişmeler tümüyle, modernite öncesinden modernite sonrasına geçişe benziyor! Moderniteden önce de insanlarda sabit ve kalıcı bilgi ve malumatlar vardı! Fakat şu anda, modernite asrındayız! modernite asrı ise, toplum içerisinde asırlardır ki tüm sabit ve değişken olmayan bilgileri yok etmiş ve yerine yeni şeyler getirmiştir! Örneğin bu modern asrında demokrasi, özgürlük, insan hakları, hukukun üstünlüğü vs. gelmiştir! Oysaki modernite öncesi bunların hiç birisi mevcut değildi! Bu da toplum ile bireyler, inananlar ile inanmayanlar arasında kavgaya dönüşüp zıtlaşma yaratmaktadır!
Aslında bu kavgalar müspet (olumlu) kavgalardır! Yani bunlar, cehalet ile ilim arasındaki kavgalar değillerdir. Bu asırda ilim, özgürlük, değer, hakikat, hukuk vs. gibi şeylerin tümü mevcuttur! Bu dönem, aynen insanın çocukluk döneminden gençlik dönemine geçiş yaptığı bir dönem gibidir! Bilindiği üzere çocukluk döneminde boş ve abes şeyler ve yine cehalet gibi tüm eksiklikler yer alıyor. Çünkü çocukların boş, abes ve cehalet sayılacak şeylerle uğraşması, onlarda yaşamın olmazsa olmazlarındandır ve bunlar çocuklar için tabii şeylerdir, ama büyüdüklerinde bunların tümünü terk ediyorlar. Çünkü büyükler boş şeylerle uğraşmaz, okula gider ya da çalışırlar!
Dolayısıyla, bizim nerede durmamız ve yolu terk etmememiz gerektiğini bilmemiz gerekir! Bundan ötürü moderniteye ve insan haklarına dair cahil kalmamız mümkün değildir! Şayet öyle olur isek, Taliban ve Daiş gibi oluruz!
Ve yine kimi din adamlarının Batılılara karşı taşıdıkları taassupları da taşımamalıyız! Ya da kimi laiklerin dine karşı taşıdıkları taassuplara da sahip olmamalıyız! Böyle düşünen her iki kesimin görüşleri, bütünüyle hatadır!
Kimi laikler derler ki, Batılıların her şeyleri doğru, bizimkilerinki de yanlıştır! Dolayısıyla İslam kültürünü denize dökmek lazım!
Hayır, bu mümkün değildir! Bizlerin şu dinî ve düşünsel kültürümüzle birlikte yeni ve modern döneme girmemiz gerekir! Bu şekilde de Batılıların yaptıkları gibi tedrici (aşamalı) olarak demokrasi ve insan haklarını gerçekleştirmemiz lazım! Yoksa bir gün içerisinde eskilerden moderniteye geçmemiz mümkün olamaz. Zira kültürel ve inançsal meselelerin tümü, tedrici şekilde oluşan meselelerdir!


Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum