İstanbul
09 Mayıs, 2025, Cuma
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.81
  • ALTIN
    2412.9
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66248.09$

ALEVİLER VE DERSİMCİLİK

08 Mayıs 2025, Perşembe 19:48

Artık bir ideolojik kavram olarak “dersimcilik”ten söz edebiliriz.

Ağıt/ağlama kültürünün ajitatif söylemle mağduriyet kışkırtılarak harmanlanması “dersimcilik” ideolojisinin kültürel kodunu oluşturuyor.

Mağduriyet ve ağlama ajitasyonu olmadığında dersimcilik de var olma şansını yitiriyor.

Ayrıca, “Dersimcilik” emperyalist odakların elinde kullanışlı bir aparat olmak için çoktan gönüllü.

Terör örgütü PKK’ya biçilen roller “dersimcilik” ideologlarının ağızlarının şekerlenip sulu sulu (şorikli) yutkunmalarına neden oluyor.

YALANLARIN BAŞKENTİ BERLİN!

Berlin’de 4 Mayıs’ta “Blücher Platz” meydanındaki parka yerleştirilen ve “Dersim Soykırım Anıtı” olarak lanse edilen ortadan yarılmış taşın her iki parçasında yer alan kalpler Ezgi Kılınçaslan’ın tasarımı.

Ezgi Kılınçaslan’ın finansörü olan Alman devletinin “Türkiye bağlamlı sanat ve kültür üretimini teşvik” amacıyla kurduğu “Tarabya Akademi” sanatçıyı daha önce de “Ermeni soykırımı” temasında kullanmış.

Soykırım temalarının vazgeçilmez sanatçısı olmak” bir unvan ise, Ezgi hanıma verelim.

Ama, bir noktayı önemle dikkatlere sunmak istiyorum: Ermeni soykırım yalanı da Alman başkenti Berlin’den başladı.

Devrim şehidi, Bektaşi dervişi Talât Paşa’yı 15 Mart 1921 tarihinde alçakça katleden Soğomon Teliryan için düzenlenen mahkeme tiyatrosunda soykırım yalanı ilk kez dizayn edilmişti.

Ne garip bir tesadüftür ki, “Dersim Soykırım Yalanı” da yine Berlin’den başlatıldı!

Terör örgütü PKK’nın askeri eğitimi de dahil olmak üzere, uluslararası piyon mesleğinde “yetiştirilmesi” yine “Made in Germany” markasını taşır.

Alman devleti, ilginç bir şekilde, Türkiye’ye karşı tüm uluslararası şantaj senaryolarının merkezinde olmayı tercih ediyor.

YALAN ÜZERİNE KURULMUŞ BİR TARİH

Yıllardır söylüyoruz, ama “dersimcilik” ideologları anlamamakta direniyor:

1) “Dersim” kelimesi Tunceli il isminin tezatı veya karşılığı olamaz. Tarihte de olmadı.

Çünkü, “Dersim” Osmanlı devletinin 1847’de vilayet idari sistemine geçerken bir bölgeye verdiği isimdi.

Bu bölge, içerisinde şimdiki Tunceli ili de olmakla birlikte, onun iki katından daha fazla büyüklükte bir coğrafi alanı kapsıyordu.

Batı ucunda Arapgir, doğu ucunda Hınıs’a uzanan, kuzeyde Tercan, güneyde ise Bingöl sınırlarına yetişen kocaman bir coğrafyaya Osmanlı devletinin verdiği vilayet isminin bugünün Tuncelisi tarafından gasp edilmesi, en basit ve yalın haliyle “coğrafya hırsızlığı” olarak tanımlanabilir.

2) Öte yandan, “Dersim” isminin tarihte karşılığı da yoktur.

Biliriz ki, toplumlar soy/aile, yaşadıkları coğrafya veya kimi zaman da ayırt edici özelliklerine göre tanımlanırlar.

Dersimcilik” ideolojisinin pompacılarının bir handikapı da bu noktada ortaya çıkıyor.

Tarihte hiçbir zaman Dersim isminde ne bir şahsiyet, ne bir halk yaşadı. Ve ne de herhangi bir coğrafi bölgenin ismiydi Dersim.

Osmanlı sarayında oturan bazı bürokratların uydurması bir isimden başka bir değeri yoktur, Dersim isminin.

Bu açıdan değerlendirince, Türkiye Cumhuriyeti’nden sözde daha ileri bir toplum projesi iddiası olanların, gide gide bir Osmanlı bürokratının uydurmasına sarılmaları da ibretlik bir fotoğraf sunuyor, bize.

Yoktan bir tarih yaratmaya girişince, “dersimcilik” ideologları araya-sora Kiğı ile Yedisu arasında bir dönem varlığı kayda geçmiş, fakat kısa bir sürede ortadan kaybolmuş bir Türk topluluğu olan “Desimlü” aşiretini keşfetmişler!

Elbette, aşireti derhal Kürt yapıp, sonra da isminin arasına bir “r” harfi ekleyip, “e” harfine de şapka kondurarak yeni bir tarih yazılabilirdi!

Nitekim, dersimciler de öyle yapmışlar!

1847’de Dersim adıyla vilayet yapılan coğrafyanın yüzde birinde dahi bilinmeyen, tanınmayan bu aşiretin bugünkü Tunceli ilimizde de herhangi bir varlığı veya mirası söz konusu değildir.

Olsun, yalandan tarih yazınca bu gibi dayanak bulma zorunluluğu ortadan kalkıyor!

Ancak, yine de tekraren belirtelim: Desimlü, Osmanlı tahrir kayıtlarında “Türkmen ekradı” yani kelime çevirisiyle “Türkmenin kürdü” olarak kaydedilen bir aşiretin adıdır.

Osmanlı tahrir kayıtlarında sıklıkla konar-göçer topluluklara genel bir ifade olarak “ekrad” denildiğini biliyoruz. 

Türkmen ekradı” tanımı da yukarıda belirttiğim bölgede bir süre kayıt altına alınan sonra kaybolan bir topluluk için kullanılmış. Türkmen göçlerinden önce bu bölgede böyle bir isim veya aşiret vb. yoktur.

TARİH TAMAM, SIRADA SOYKIRIM YALANI VAR!

Tarih eksikliğini gideren “dersimcilik” yaşayabilmesini kendisine bir mağduriyet yalanı üreterek sağlayabilirdi.

1937’de, memurları, işçileri ve askerleri katlederek devleti sindirebilecekleri ve bölgeyi tekellerinde kontrol etmeye devam edebilecekleri gafletine kapılan feodaller ve takipçileri ile yapılan çatışmalarda öldürülenler üzerinden üretilen “Dersim Soykırım Yalanı” biçilmiş kaftandı!

Sarı Saltık Ocağı evlatlarından Veli Saltık tarafından bu çatışmalarda 1401 kişinin hayatını kaybettiği tespit edilse de, ne gam!

Soykırım yalanını inandırıcı kılabilmek için “70 bin insanın katledildiği” yalanı ortaya atıldı.

Yalanı ispat zorunlu değildir, bilirsiniz.

Tersine, mağdurların yalanın yalan olduğunu ispat zorunluluğu vardır!

O halde, yalanı sayılarla ifşa edelim:

Tunceli il sınırları içerisinde yaşayan nüfus 1935 yılında 101.099 kişi idi.

1940 yılında yapılan sayıma göre ise, 94.639 kişidir.

18 Haziran 1947 tarihinde çıkarılan “5098 Sayılı İskan Kanunun Bazı Maddelerinin Kaldırılmasına, Değiştirilmesine ve Bu Kanuna Yeniden Bazı Madde ve Fıkralar İlavesine Dair Kanun” ile yerleşimlerinden gönderilenlerin yeniden köylerine dönmesi yolu açıldıktan sonra Tunceli nüfusu, 1948’de 98.400, 1950 yılında ise 105.759’a çıkmıştı.

Şimdi, Nasreddin Hoca’nın kedi/ciğer paradoksu ile karşı karşıyayız!

101.099 kişiden 70 bini katledildi ise, neden Tunceli nüfusu 1940 yılında 94.639 idi?

Veya, 1948’de başlayan dönüşler sonrasında nüfus neden daha da artarak 1950 yılında 105.759 kişiye ulaştı?

Nazilerin ünlü ideologu Paul Joseph Goebbels’in meşhur “grosse Lüge” (Büyük Yalan) teorisini özellikle Almanya’da yaşayan “dersimcilik” ideologlarının iyi öğrendiğini düşünüyorum: “Wenn man eine große Lüge erzählt und sie oft genug wiederholt, dann werden die Leute sie am Ende glauben.” (Büyük bir yalan söylenir ve yeteri kadar tekrarlanırsa, sonunda insanlar ona inanacaktır.)

Ben yeniden hatırlatmış olan kişi durumuna düşmek istemem, ama “dersimcilik” ideologlarının “Kızılbaş katliamı” söyleminden vaz geçmiş olmalarını da hakkımızda hayırlı bir iş olarak değerlendiriyorum.

Tikkocu, dev-solcu, tdkpli vb yasadışı terör örgütleri artıklarının “dersimcilik” ideolojisini zaten hazzetmedikleri inanç bağlamından ayırmaları iyi olmuş.

Alevi ve Türk olmak dışında kendilerine neyi uygun görüyorlar ise seçebilirler; beni ilgilendirmez.

Berlinde açılmış kimlik pazarından seç-beğen-al! Beleş!

Kendi tercihleridir.

Ancak, bu kadar yalanla Alevi Bektaşileri kandırabileceklerini sanıyorlarsa, işte orada dur, derim!

Emperyalizmin size ayırdığı kum kutularında (Sandkasten) oynayabilirsiniz.

Ama, bizi gönüllü piyonluğunuza alet edebileceğinizi sanıyorsanız, aldanıyorsunuz.

Siz bir taraf, biz bir taraf!

Ey Muâvîler ümmeti ve ey düşmân-ı Muhammedî,
Siz küfrânî, biz şükrânî; Siz bir taraf, biz bir taraf.

Sizler tuğyânî milleti, bizler Muhammed Ümmeti,
Siz Mervânî, biz Kurânî; Siz bir taraf, biz bir taraf.

Siz Mervânî-i Cehennemî, biz Muhammedî-i Cennetî,
Siz Şeytânî, biz Rahmânî, Siz bir taraf, biz bir taraf.

Siz Muâvîler askeri, biz Haydârîler leşkeri,
Siz kahrânî, biz lütfânî; Siz bir taraf, biz bir taraf.

Siz Yezîdî, siz pelîdî, biz Hüseynî, biz şehîdî,
Siz butlânî, biz hakkânî; Siz bir taraf, biz bir taraf.

Siz düşmân-ı Mustafa, biz bende-i Âl-i Âbâ,
Siz hasmânî, biz Rahmânî; Siz bir taraf, biz bir taraf.

Siz kâtil-i Âl-i Zehrâ, biz mâtemdâr-ı Mustafâ,
Siz Şimrânî, biz hüznânî; Siz bir taraf, biz bir taraf.

Siz Haccâcî, siz leccâcî, biz Kanberî ve Peygamberî,
Siz nefsânî, biz rûhânî, Siz bir taraf, biz bir taraf.

Siz Şeytânî, biz Rahmânî, zıdd-ı ender zıddız hâsıl,
Siz zulmânî, biz nûrânî; Siz bir taraf, biz bir taraf.

Seyyid Mir Hamza NİGARÎ

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum