ALEVİLİK GELECEK Mİ, GELECEK ALEVİLİK Mİ?
29 Mayıs 2025, Perşembe 18:35İnsanlık küresel ölçekte büyük bir manevi çöküş yaşıyor.
Hristiyanlık dini sömürgecilik ve ardından gelen kapitalizm ve emperyalizm ile dünya çağında büyük bir itibar kaybına uğradı.
Küresel savaşlar, Avrupa kıtasında meydana gelen katliamlar, Asya, Afrika ve Amerika kıtalarında yapılan soykırımlar Hristiyan dini liderlerin ya onayını alıyordu veya suskun kalması ile yapılıyordu.
Son 50 yılda Ortadoğu’da patlayan şiddet sarmalının başlıca sorumlularından olan İsrail saldırganlığına itiraz etmeyen, hatta çoğunlukla destekçisi olan Yahudi dini liderler de dünyanın dört bir yanına dağılmış Yahudiler ve onlara tarihsel kederleri ile bağlantılı olarak empati geliştiren liberal insanlar arasında büyük bir hayal kırıklığı yarattı.
Sovyetler Birliği’ne karşı Batı emperyalizmi ile kirli bir ittifaka giren İslam dünyasındaki radikal unsurlar ise, aynı şekilde İslam’ın içinin boşaltılmasına, dünyanın her yanında şiddet ve terör ile birlikte anılmasına yol açtı.
Sünni kolun dışında bir yol izleyen Şiilik de, önce Irak/İran savaşı sonra kısmen Afganistan ve Ortadoğu’da çeşitli radikal şiddet grupları ile özdeşleşerek, İslam dünyasına dair Batı ülkelerinde yaratılan olumsuz fotoğrafa katkı vermiş oldu.
Dünyanın son iki yüz yıllık tarihinde hızla yıpranan bu inanç grupları sadece kendi itibarlarının sorgulanmasına neden olmadılar. Aynı zamanda ve çok daha büyük bir etkiyi genel anlamda “inanç”ın toplumu ve bireyi doğru yol(d)a çevirmeyi/tutmayı başaramadığı kanaatinin güçlü argümanlarla yaygınlaşmasını sağladılar.
Cesurca ifade etmek gerekir ki, 21. Yüzyılın en kritik sorun şudur: Bir insan neden inanır?
Bu soruya İslami referansla cevap vermek gerekirse, Allah’ın bizim inanıp inanmamamıza ihtiyacı yoktur!
Bizim inanmışlığımızın Allah katındaki değeri bizim kendimizi kamilleştirebilmemizle ilgilidir.
Bu ne görevdir, ne de ödev!
Bu noktada, kemalet Allah ile buluşmanın anahtarıdır.
Yani, eğer insan halis niyetle “müslim” olmaya karar vermişse, bu çabası onu Allah ile buluşturacaktır.
Nitekim, “cennet” kamil insanların buluşma yeridir.
İşte, İslam’daki büyük tasavvuf ırmağının kaynadığı yer, Allah’la buluşmanın kemalet yolunu takip ederek başarılacağını idrak etmiş olmaktır.
Anadolu’da Alevi edebiyatının da başlangıcı olarak kabul etmemiz gereken büyük Türk şairi Yunus Emre tam da bu yüzden şöyle diyor:
“Yunus eydür, benim adım
Gün geçtikçe artar odum
İki cihanda maksudum
Bana seni gerek seni”
KEMALETİN YOLLARI
Horasan’da gelişen Türk Tasavvufu, bir insanın kemalete ermesi için “4 Kapı, 40 Makam” adını verdikleri bir sistem oluşturmuş.
Hacı Bektaş Velî’nin “Makalat”ında “kul, Çalap Tanrı’ya Kırk Makam’da erer.”
Niyet eden her kişi önce şeriat, sonra tarikat, sonra marifet ve son olarak hakikat kapılarından girecek ve her bir kapıdan girdiğinde 10 makamı tamamlayarak bir sonraki kapıya girmeye hak kazanacaktır. En sonunda da “insan-ı kamil” mertebesine ulaşacaktır.
Esasen, “4 Kapı, 40 Makam öğretisi” bir eğitim metodolojisidir.
Bu metodolojinin ilk olarak Ahmet Yesevî tarafından dillendirildiğini biliyoruz:
“Hazreti Ali raziyallahü anhu rivayet kılırlar kim dervişlik makamı kırk turur. Eğer bilib amel kılsa dervişliki pak turur; ve eğer bilmese ve örgenmese, dervişlik makamı anga haram turur ve cahil turur. Ol kırk makamnı onı makam-ı şerîatda turur ve onı makam-ı tarîkâtte turur ve onu makam-ı ma’rifette turur ve onı makam-ı hakikâtte turur.” (Ahmet Yesevî, Fakrname)
Her iki mutasavvıf da Horasanlı olmakla birlikte, Ahmet Yesevî ile Hacı Bektaş Velî arasındaki “yol bağı”nı delillendirdiği için “4 Kapı, 40 Makam öğretisi” son derece önemlidir.
Hacı Bektaş Velî, “4 Kapı”yı Fevaid (Öğütler) eserinde İslâm Peygamberi Hz. Muhammed’den rivayet edilen şu hadise dayandırır: “Şeriat sözlerimdir, Tarikat fiillerimdir, Hakikat hallerimdir, Marifet elde ettiğim sermayemdir...”
“Fevaid”de aynı yerde Hünkâr’ın bir şiiri de, yukarıda verdiğim Yunus Emre şiirine anlamdaş bir ifade içerir:
“Fanilik yolunda beni ne muhtar eyle, ne mecbur eyle
Yalnız Ahmed’i Muhtar’ın ayağına başımı koy.”
KEMALET İNSANIN KENDİSİ İLE BARIŞMASIDIR
İnsanın dünya üzerinde varlığı çelişme ve çatışmalar üzerine kuruludur.
Dostoyevski ve nilihist felsefecilerde en açık ifade edilen görüşe göre, “insan doğuştan kötüdür”.
Kur’an ise bize / “aldatılmış insan”a seslenir. (Şeytan) “Böylece onları yaldızlı sözlerle aldatarak, konumlarına yakışmayan bir işe sürükledi.” (A’râf, 22. Ayet)
Bizi / aldatılmış insanı doğru yola, “sirat’el müstakim”e çağırır.
“Allah’a iman edip ona sımsıkı sarılanları ise (Allah), kendisinden bir rahmet ve lütfa kavuşturacak ve onları kendisine varan doğru bir yola iletecektir.” (Nisâ, 175. Ayet)
İster nihilist bir felsefî yorumla, isterse dinsel bir açıklama ile ifade edilsin, tüm siyasal yönetimlerin, hükümranlıkların, ideolojilerin dışında bir “insan problemi” olduğu konusunda mutabakat vardır.
İşte “din” insanın özünde var olduğu kabul edilen “arızanın nasıl tamir edileceği” sorusuna verilmiş bir cevaptır.
Yazımın başında da belirttiğim gibi, ne yazık ki, büyük dinler özellikle de son iki yüz yılda bu görevlerinden saparak, aldatılmış insanı doğru yola iletmek yerine, ya aldatanların tarafına geçtiler, ya da aldatanların eylemlerini suskunlukla onayladılar.
ALEVİLİK GELECEK Mİ, GELECEK ALEVİLİK Mİ?
Bildiğimiz üzere, Alevi Bektaşilik kendisini “İslam’ın Özü” olarak tarif ede geldi.
O halde, Allah’ın insanlığa gönderdiği son kitabı Kur’an’ın mesajının insanlığa ulaştırılması görevi yine Horasan Erenlerinin mirasını omuzlarında taşıyan Alevi Bektaşilerin değil midir?
Hz. Muhammed’in soyunu temsil eden Ehl-i Beyt evlatlarının rehberliğine sadakatla bağlı kalmış Alevi Bektaşiler yüzlerce yıldır örnek bir toplumsal yaşam sunmadılar mı?
Alevi Bektaşi yoluna ikrar verenler Allah’a, meleklere, resulune, kitaplarına, velisine iman etti. Dilini gıybetten ve küfürden uzak tuttu. İkrarına uydu. Helal yedi, harama uzanmadı. Allah’ın yarattıklarına her durumda merhamet gösterdi. Nefsini korudu.
Yüzlerce yıl korunabilen değerleri yaşayan ve yaşatan bir topluluğun 21. Yüzyılda örnek olarak gösterilip gösterilmeyeceğini tartışma zamanı gelmedi mi?
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum