GADİR-İ HUM 2 - İMAM ALİ’NİN KURDUĞU DEVLET “ADALET VE DEĞERLER DEVLETİDİR”!
18 Haziran 2025, Çarşamba 15:45Bu yazımızda, hayatımızda çok büyük etkileri olan imam Ali’yi ele alıp bazı hususiyetlerini irdelemeye çalışacağız!
İmam Ali’nin hiç kuşkusuz insanlık üzerinde çok büyük hakları vardır! Elbette ki insanlardan bir kısmı imam Ali’nin hayatını gözden geçirmişlerdir, fakat büyük çoğunluk bundan mahrum olmuş ve onun hakkında cahil kalmışlardır! Bundan dolayı, biz de burada bu büyük şahsiyetin hayatından bazı kesitleri özet bir şekilde izaha çalışacağız! Zira beşer tarihi içerisinde imam Ali’nin, biz insanlar üzerinde büyük hakları vardır!
Diğer bir deyişle biz burada, imam Ali’nin hükümeti hususunda biraz konuşup, ondan nasıl dersler alacağımızı irdelemeye çalışacağız!
M. 718- 786 tarihleri arasında yaşamış olan ve “kitabu’l-Ayn” isimli eserin sahibi bulunan, ünlü Arap filoloğu el-Halil b. Ahmet el- Ferahidi, kendisinden imam Ali’nin fazileti hakkında sorulduğunda, şu derin, anlamlı ve düşündürücü sözü söylemiştir:
-“Ben, faziletleri düşmanları tarafından kıskançlıktan ve dostları tarafından korkudan saklanan, yine de tüm doğu ve batıya yayılan biri hakkında ne söyleyebilirim ki?”
İmam Ali’nin faziletleri birçok kaynaklarda ve hatta Hıristiyanlara ait eserlerde dahi anlatılmaktadır! Oysaki, dostları korkularından ve düşmanları da kıskançlıklarından onun faziletlerini gizliyorlardı! Bu da imam Ali’nin çok güçlü bir şahsiyete sahip olduğunun göstergesidir!
Burada, imam Ali’den 4 noktayı, bizlere ders olması için ele alıp izah etmeye çalışacağız!
Birincisi; imam Ali, insanlara hakimiyet kurmaktan ve otoriteyi ele geçirmekten şiddetle kaçınan birisiydi! Çünkü, bilindiği üzere Ömer b. Hattab, ölümcül darbeyi aldığında, kendisinden sonra seçilecek halife hususunda 6 kişilik bir şura heyeti tertip etmişti! O şurada yer alanlar, en çok imam Ali ile Osman b. Affan üzerinde durdular. Yani bu ikisinden birisi halife olacaktı.
İlk önce imam Ali’ye şu teklifi yaptılar: “Ya Ali! Sen Allah’ın kitabı, Resulünün sünneti ve Şeyheyn’ in (iki şeyhin/Ebu Bekir ve Ömer’in) içtihatları üzere hilafet konusunu yürüteceğine dair söz veriyor isen, uzat elini sana biat edelim?”
İmam Ali, onların o tekliflerine karşı şu cevabı verdi: “Ben, Allah’ın kitabı, Resulünün sünneti ve kendi içtihadım üzere hilafet işlerini yürütürüm!”
Yani, onların teklif ettikleri “Şeyheyn’ in içtihatı” üzere hareket etmeği kabul etmedi! Demek istedi ki, onların kendilerine göre görüşleri olduğu gibi, benim de kendime göre görüşlerim vardır! Oysaki Ali’den sonra aynı teklifi Osman b. Affan’a yaptılar, Osman kayıtsız ve şartsız o teklifi derhal kabul etti ve oradakilerin biat’ ını aldı!
İmam Ali’de olan ihlas ve takva böyleydi işte! Yani o dönemde halife demek, dünyanın yarısına hükmeden demekti! İmam Ali de aynen Osman gibi maslahat icabı yapılan o teklifi kabul edip, sonra da yine bildiği yoldan gidebilirdi! Ama o bunu kendine yakıştırmadı!
Osman’ın öldürülmesinden sonra Muhacir ve Ensar ona biat etmek için geldiklerinde de imam Ali 3 gün onları reddetti ve Nehcü’l-Belağa’ da da geçen şu sözü söyledi: “Bırakın beni ve başka birisine bakın! Benim vezir olmam, size emir olmamdan daha hayırlıdır!”
Yani beni bırakın, 1 ve 2 nci halifeye yaptığım gibi, sizin seçeceğiniz halifeye vezirlik yapayım! Benim ona vezir olmam, halife olmamdan sizin için daha hayırlıdır! Çünkü imam Ali, o iki halifeye nasihat ediyordu ve hilafet de bir tür kendi elindeydi! Fakat Muhacir ve Ensar, onun halife olması hususunda fazlasıyla ısrarcı oldular!
İmam Ali, hilafeti kabul edip halife olunca da, hiç zaman kaybedilmeden peşince Cemel savaşını başlattılar!
İbn Abbas şöyle der: “Cemel muharebesinde Basra’ya doğru hareket ettik ve Zi Ğar (veya Zikar) bölgesine ulaştık. Burası Basra yakınlarında bir yerdir! Cemel Savaşı da orada vuku buldu!”
Abdullah b. Abbas şöyle devam ediyor: “Biz orada savaşırken, imam Ali çadırda kendi ayakkabılarını tamir ediyordu!”
Bakınız, bir halife yırtık ayakkabılar ile geziyor ve tamir etmesi için onları bir köleye ya da bir hizmetçiye vermiyor, bilakis kendi elleriyle yamıyor!
İbn Abbas diyor ki, ben imam Ali’yi bu durumuyla görünce şaşa kaldım! Çünkü savaş vardır, iki ordu karşı karşıya gelmiş ve buna rağmen koskoca bir halife böyle davranıyordu! Dönüp imam Ali’ye şöyle dedim:
- “Ya Emirü’l-Müminin! Şimdi bunun zamanı mı? Böyle hassas bir anda senin ordunun başında olman gerekmez mi?”
Diyor ki, imam Ali, kafasını kaldırıp bana bir baktı ve şöyle dedi: “Ey Abbas’ın oğlu! Sence bu yırtık ve yamalı ayakkabıların değeri ne kadar olur?”
Dedim ki, “bilemem! Belki de bir dirhem eder!”
İmam bana dönüp şunu dedi: “Ant olsun Allah’a! Hakkı ihya ve batılı yok etmek müstesna(!) benim nazarımda bu ayakkabılar, size emir olmaktan daha değerlidir!”
Yani benim nezdimde hilafetin bir tek değeri vardır ve o da “hakkı ihya etmek ve batılı yok etmektir”, bundan öteye hiçbir değeri yoktur!
Böyle bir düşünceye sahip yüce bir şahsiyeti, o kadar savaş vs. den sonra yine de öldürdüler! İşte imam Ali’nin mevzuî adaleti icra etmemesinin ilk nedeni, dünyalık peşinde olmaması ve yalnızca işlerini ahiret doğrultusunda tasarlaması içindir!
Yani Doğu, Batı ve İslam aleminden hiç kimse, imam Ali’nin Saltanat peşinde koştuğunu iddia etmiyor!
İkincisi; Bizlere ders olacak şeylerden biri de, imam Ali’nin Kuran hakkında ilginç sözlerinin bulunmasıdır! Daha doğrusu onun, insanlık tarihinde ilk olarak söylediği bu ilginç cümlelerin, ölümsüzleşmiş olmasıdır!
İmam Ali, bir sözünde Kuran hakkında şöyle der: “Kuran dilsizdir!”
Sıffin savaşında Kuran’ın sayfaları Muaviye ve adamları tarafından imam Ali’ye karşı bir aldatmaca olarak mızrakların ucuna takıldığında, imam şöyle demişti: “Ben konuşan Kuran’ım! Bu mızraklara takılıp bayraklaştırılan Kuran sayfaları ise, dilsizdirler! Bunlar, sayfalardaki yazılardan ibarettirler! Onlar konuşmuyor ve şu anda hiçbir şahıs da onları konuşturamıyor!”
İmam Ali’nin söylediği o sözünden bu tarafa 1400 yıl geçmiştir! Buna rağmen onun sarfettiği o sözü hala dahi “hermenötik” ilmin temelini oluşturmaktadır!
Yani imam demek istiyor ki, “dinî nasları ihya eden insandır! Aksi taktirde naslar, ölüdürler!”
Acaba yer yüzünde imamın söylediği bu sözden daha büyük başka bir söz olabilir mi?
İmam, bu sözünden daha büyüğünü de şöyle söylüyor “ve hatta kitabın (Kuran’ın) yazarı dahi ölmüş durumdadır!” Yani şu anda hayatta olanlar, biz insanlar ve bu nastır!
Dolayısıyla da biz insanlar bunu, “geçmiş/geri zaman” üzerinden yorumluyor ve mezhep üzerinden tefsir ediyoruz! Yani bizim zihnimize hükmeden birtakım değerler vardır, onlar üzerinden bu esası açıklıyoruz! Dolayısıyla bu nas (Kuran), canlı değildir ve bizlere hükmetmiyor, biz ona hükmediyoruz!
İşte imamın bu sözü, çok ilginç bir sözdür!
Ayrıca imam Ali açısından Kuran, “farklı yüzleri” bulunan ve farklı taraflara çekilebilecek bir kitaptır! Zira imam, Abdullah b. Abbas’ı Hariciler üzerine onlarla konuşması içi gönderdiğinde, ona dedi ki, “Ey Abbas’ın oğlu! Onlarla konuştuğunda Kuran üzerinden konuşma ve Kuran’dan onlara delil getirme! Çünkü Kuran “farklı yüzleri” bulunan bir kitaptır! Onlara Sünnetten delil getir!”
Sünnetten kastı da peygamberin kendisi hakkında söylediği örneğin “Ya Ali! Seni ancak mümin sever ve münafık sana gazap duyar!”
Ya da: “Ya Ali! Sen bana nispetle, Harun’un Musa’ya olduğu gibisin! Ancak benden sonra peygamber yoktur!” hadislerdir ve bunlar, tüm kaynaklarda mevcut ve meşhurdur!
Yani Haricilere karşı bu türden hadisler ile delil getir! Çünkü bu hadisler, anlaşılır türdendir! Fakat Kuran’dan delil getirir isen, Kuran “farkıl yüzleri” bulunduğu için, her kes onun ayetlerini kendi çıkar ve görüşüne taraf çeker! Yani her kesin ve kesimin Kuran’dan anladığı şey, kendi çıkarı oranındadır!
Bakınız Sünni-Şii tüm İslam alimleri Kuran’dan delil aktarıyorlar! Şunu da biliyorlar ki İmam Ali’nin kendisi, onları Kuran’dan delil getirmekten menetmiştir! Buna rağmen onlar, sürekli itikadi vs. konularda Kuran’dan delil getiriyorlar!
Oysaki Kuran, akla da davet ediyor!
Yani İslam alimlerinin hem aklî hem de naklî deliller getirmeleri gerekir, yalnızca naklî deliller getirmeleri doğru değildir! İmam Ali, Nehcü’l- Belağa’da da geçtiği üzere İbn Abbas’ı bundan nehiy etmiştir! İslam alimleri arasında imam Ali’nin şu “Hammalet’ül- Vücuh/Kuran’ın birçok yüzü vardır” sözü, çok ünlü bir sözdür!
Kısacası imam Ali’nin Kuran hakkında çok ilginç sözleri vardır ve bu sözleri söyleyen yalnızca imam Ali’dir! Gerçekten de onun bu sözleri hem derin anlamlar taşımakta hem de İslam uleması nezdinde doğru sözler olarak kabul edilmektedir!
Üçüncüsü: (Yani imam Ali’nin sözlerinden alacağımız çok önemli derslerden üçüncüsü,) Hariciler hakkında takınmış olduğu tavırlarıdır! Onlar hakkında imam şöyle der: “Fitnenin gözünü ben çıkardım. Benden başka hiç kimse buna cesaret edemezdi!”
Yani Haricilerde o kadar namaz kılmalar, oruç tutmalar, arıların vızıltısına benzer Kuran okumalar, uzunca secdeye gidip alınlarındaki nasırlaşmalar vs. varken ve tümü de abit, muttaki ve muhlis görünümlü biri olarak tanınırken, fakat akıl nimetinden yoksun olduklarından, benim onlarla savaşıp onları katletmem, benim dışımdaki kimsenin cesaret edebileceği bir iş değildi! Gerçekten de imam Ali’den başka hiç kimse buna cesaret edemezdi! Şayet etseydi, “kafir” olarak tanınırdı!
Nakledildiğine göre, Haricilerden birisi şüpheye düşmüştü! Tam o esnada imam Ali oradan geçiyordu! Ona: “Şüpheye düşme!” dedi!
Başka bir seferinde de onlardan, geceleri teheccüt namazı kılan, gündüzleri oruç tutan ve bolca Kuran okuyan başka birisi ile karşılaştı! İmam Ali ona da “Bu durumun seni gururlandırmasın!” dedi. Daha sonra da yanındakilere “bu adam, cehennem ehlindendir” diye söyledi!
Dediklerine göre ertesi günü savaş başladı ve akşama doğru da son buldu! İmam Ali de, bir takım komutanlarıyla birlikte savaş meydanını gezip ölüleri tespit ediyordu. İşaret ettiği o şahsın da ölenler arasında olduğunu gördü ve “dün Kuran okuyup bolca namaz kılan zat budur, bakınız ne hale gelmiştir” diye söyledi. Yani o şahıs da imam Ali ile savaşmaya gelmişti!
İmam Ali’nin bu bakışı cidden çok önemlidir! İmam kişilerin namaz kılma, oruç tutma, Kuran okuma, uzunca secdeye gitme, uzunca sakal bırakma ve kafasına koyduğu sarığına bakmıyordu! Onun aklına ve basiretine önem veriyordu! Yani öyle abit sıfatlı birini kim görse, genelde ondan çekinip, Allah dostudur diye onu incitmemeye gayret gösterirken, imam Ali öyle yapmıyordu!
Zamanımızın Haricileri olan Daiş, İşit, Taliban, Htş vs. de öyledirler! Örneğin Taliban’ın tümü din talebeleridirler! Fakat bunlar, bilindiği üzere Afganistan’da onlarca cami ve Hüseyniyeler’e bomba yerleştirip binlerce insanı ibadet halinde katlettiler!
Yine bunlar ABD ve Siyonistlerin güdümüne girdiler! Ne Afganistan halkı hususunda doğru dürüst bir görüş otaya koyabildiler ne de insan hakları hususunda bir mesafe kat edebildiler! Kısacası hiçbir hususta, ortaya bir şey koyamadılar! Tek yaptıkları şey, oranın mazlum halkına sulta kurup, onları katletmek oldu o kadar!
Yine öyle Daiş, HTŞ, Boko Haram vs. de çok mütedeyyin gözüken kesimdirler! Bolca namaz, oruç, sakal, Kuran vs. leri vardır! Fakat binlerce mazlum ve masum insanları amansız bir şekilde işkenceyle katlediyorlar! İşte bu gibi bir zihniyete sahip olan insanlar, topluluklara sulta kurmak istiyorlar!
İmam Ali gibi değerli bir şahsiyet de bu türlerine dersini verdi ve hadlerini bildirdi! Çünkü Ali için yaptığı bu tür işler, büyük bir insanlıktır ve yine insanlığa da büyük bir hizmettir. Çünkü onlar insan değil, insan görünümündeki vahşi varlıklardır! İmam için önemli olan ise “insan haklarıdır!”
Kendisine baş kaldıran Haricilere dair imam Ali hiçbir şey söylemedi ve “siz kan dökmeyene ve toplum içerisinde bir fitne çıkarmayana kadar serbestsiniz” dedi. Fakat onlar ne zaman ki İmam Ali’nin taraftarlarından biri olan, kimi rivayetlere göre Habbab b. Amr’ı hamile eşi ile birlikte öldürüp ve hatta karısının da karnını yarıp çocuğunu dışarı çıkardıklarında, imam Ali de insan haklarını hiçe saydıkları için onlarla savaşa koyuldu!
Çünkü din, insan haklarını korumak için vardır, insan hakları, din ya da siyasetin hizmetinde olmak için var değildir! Hatta Hz. İsa Mesih de kendisine itiraz edildiğinde ve Yahudiler tarafından “sen sebit günü nasıl çalışabilirsin, sebit (c.tesi) tatil günüdür” dediklerinde, Mesih onlara, “Sebit günü de insana hizmet etmek için var edilmiştir” dedi!
“Sebit”; o dönemdeki Yahudi algısında “şeriat” anlamındaydı!
Dördüncüsü: İmam Ali “Sulta” adamı değil, değerler adamıydı! Yani genelde topluma sulta kuran siyasiler “maslahata” dayanırlar. Örneğin bir diktatör için mühim olan şey, kendi şahsi çıkarını öncelemektir! Kimisi, partisinin çıkarına öncelik verir! Kimileri ise toplumunun maslahatını daha önde tutar!
Toplumunun çıkarını, kendi şahsi çıkarından önde tutan birisi, tabi ki salih ve adil bir insandır! Çünkü bu, kendini halkının hizmetine adamıştır! Halkın maslahatı da maslahat türlerinden biridir! Salih ve adil bir yönetici, yalnızca halkının maslahatını önceleyendir!
Fakat imam Ali şöyle diyordu: “Maslahatın hiçbir türü doğru değildir, doğru olan değerlerdir!” Oysaki kendisi, hiçbir zaman bir yönetimin “değerler” üzerine oturtulamayacağını çok iyi biliyordu! Yani imam Ali’nin hilafetinin yıkılmasına sebep olan şey, onun “değerler adamı” olmasıydı!
Örneğin Akil’in hikayesi bunun en bariz örneğidir! Akil gelip abisi Ali’den yiyecek istiyor! İmam bu konuya, Nehcü’l-Belağa’ da da işaret ediyor! “Onun çocuklarının açlıktan benizlerinin sarardığını gördüm” diyor! Çünkü o dönemde kıtlık vardı, Cemel, Sıffin ve Nehrivan savaşları baş göstermişti! Buna rağmen imam Ali, kardeşidir diye ona torpil geçip fazladan Beytü’l -Maldaki paralardan 1 dirhem dahi vermedi!
Nakledildiğine göre kardeşi Akil âmâ birisiydi. Gelip imamdan fazla bir para isteyince, imam yanındaki bir demir parçasını ateş közünün üzerine koydu ve demir kızarana kadar bekledi. Kızardıktan sonra, onu bir şeyle tutup kardeşi Akil’e taraf uzattı ve “al ya Akil” dedi. Akil, sevinç ve heyecanla hemen elini açtı. İmam dağlanmış demiri onun avcına koyunca ve onun da eli yanınca, derhal irkilip onu yere attı ve “ne yapıyorsun sen ey Ali” diye sertçe tepki verdi.
İmam Ali, biraz da tebessüm ile: “Ya Akil, Bu demir benim yaktığım ateş ile kızarmıştır ve sen ona tahammül edemiyorsun, peki Allah’ın öfkesiyle kızarmış olan cehennem azabına nasıl tahammül edeceksin!” dedi!
Akil de oradan kalkıp, aile efradını aldı ve doğruca Şam’a Muaviye’nin yanına gidip ona sığındı! Hatta bir tek Akil değil, insanlardan bir kısmı da imamın adaletine dayanamayıp Şam’a gitti ve Muaviye’ye sığındı, Ali’nin uyguladığı adaletten de ona şikâyette bulundular!
İmam Ali’nin hilafetinin ilk günlerinde, etrafındaki kimi dostları ona “Muaviye’ye dokunma, biraz daha valilik görevinde kalsın. Talha ve Zübeyir’e bir şeyler var onlar dünya malına düşkünler, aşiret reislerine biraz para dağıt, onlar da kabilelerine mensup olanları sana hizmet etmeye davet etsinler vs.” gibi tavsiyelerde bulundular! İmam Ali, bunların hiçbirini dinlemedi ve “benim zulüm ile adaleti ikame etmemi mi benden talep ediyorsunuz” dedi.
Yani zulüm ile adaletin ikame edilmeyeceğini söyledi! Nitekim günümüzdeki Terörist cihatçılar ve Vahhabiler de zulüm yoluyla adaleti ikame edebileceklerini zannediyor ve insanları katletmekle onlara “İslam adaletini” hâkim kılacakları tasavvurunda bulunuyorlar!
Acaba bu kanalla böyle bir şeyin gerçekleşmesi mümkün olabilir mi?
Çünkü bu yol, batıl bir yoldur! Yol batıl oldu mu, onun hükmü de batıl olur! Yani bir yol zulüm ve batıl olduktan sonra, o yoldan yürüyüp İslam adaletini hâkim kılmak mümkün olmuyor! Kısacası hak, yalnızca onu nakletmek değildir, onun nakledildiği yolun da hak ve adil olması gerekir! Yani, imam Ali’nin hak olduğunu, yalnızca bununla ölçmek tabi ki doğru olamaz, ama ona istinat edilebilir! Yani cüziyat’ tan yola çıkarak külliyatın sonucuna varmak mümkün olabilir!
Halkın genelinin maslahatını göz önüne alarak adaleti icra etmek güzeldir ve bu, bir hükümetin güzel ve adil oluşunu gösterir! Fakat bunun yanında “değerleri” de esas kabul etmek lazım.
Yani her zaman yalnızca salt maslahatlar üzerinden toplumu yönetmek doğru değildir, onun yanında değerlere de özen göstermek gerek. Örneğin Türkiye yönetimi İsrail ve ABD’den çekiniyor. Hatta Türkiye’nin maslahatı onların Filistin’e karşı yaptıkları soy kırım karşısında suskun kalmayı gerektirse bile, yine de susmaması gerekir! Çünkü bu, değer konusudur! Onların o toprakları işkal etmesini, halkı göçe zorlamasını ve katliamlar yapmasını salih bir yönetimin kabullenmesi asla mümkün değildir! İşte buna “değer” denir!
Yemen’deki “Husileri” görüyoruz. Nasıl Siyonist ve emperyalistlere itiraz ettiklerine de şahit oluyoruz! Onlar, ABD’ye dahi, Siyonistlerin zulüm işlediklerini itiraf ettirdiler! Çünkü değerlere bağlılık bunu gerektirir! Hatta Türkiye hükümeti yıkılsa ve onu yıkmaya teşebbüste bulunulsa dahi, yönetimin “değerleri” savunmaları gerekir!
Evet, imam Ali de genel halkın maslahatını gözetmenin çok faydalı olduğunu biliyordu! Buna rağmen, o maslahatın değerler üzere olması gerektiğini de biliyordu! Yani örneğin rüşvet, zimmete para geçirme, haksız kazanç elde etme vs., her ne kadar bir Bakanlığın ya da Bakanın şahsi maslahatına olsa bile, fakat bu türden işler, değerleri yok etmek olduğu için doğru değildir! Bundan ötürü imam Ali’nin yönetiminde rüşvet, zimmete para geçirme, haksız kazançlar elde etme vs. söz konusu olmadı ve bunların tümünü dünya, imam Ali’den ders aldı ve hala dahi almaktalar!
Yani imam Ali biliyordu ki, bu işlere engel olmakla hükümeti çökecektir, buna rağmen sessiz kalmadı ve değerler hükûmeti olmaya devam etti! Salih bir yönetim nasıl olur ve “değerler hükümeti”, dünyevi hükümetin yıkılmasına sebep olsa dahi, onu hem Emevîlere hem de kıyamete kadar gelecek yöneticilere öğretmiş bulundu!
Nitekim tarihi kayıtlara göre imam Ali, Sıffin savaşında bir gece vakti, havanın hem soğuk hem de rüzgârlı olduğu bir dönemde, ordunun içerisinde bulunması gerekirken, onun ıssız bir yere çekilip namaz kıldığı görüldü!
Ordu komutanlarından Malik Ejder Nehai, uzaktan birinin eğilip kalktığını fark etti. Ona taraf yaklaştığında, onun imam Ali olduğunu fark etti. Namazı bitirmesini bekledi. Namazı bittikten sonra imama şöyle dedi: “Ey Müminlerin Emiri! Senin şu anda ordunun içerisinde ve karargâhta bulunman gerekmez mi? Çünkü biz savaş halindeyiz ve gece vakti düşman aniden bize saldırabilir ve bizim de sana acilen ihtiyacımız olabilir?”
İmam Ali ona şu cevabı verdi: “Bizim bu savaşımız namaz ayakta kalsın diye değil midir?”
Malik Ejder de hiçbir şey diyemeden çekip gitti!
Yani imam Ali ona şunu demek istiyor: “Biz savaşı kazanalım diye, namazı mı bırakacağız?”
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum