HAC/HAJJ İLE İLGİLİ İKİ KONU! -2
11 Haziran 2025, Çarşamba 22:43İKİNCİ KONU DA ŞUDUR:
ACABA HAC TAKLİT MİDİR?
Bu konunun anlaşılması için, önce sosyolojik bir giriş yapmam gerek:
Bilindiği üzere bir hüküm önce örfe girer ve örf onu gelenekleştirir! Yani örfte o hüküm önce “gelenek” ismini alır! Dine girdikten ve din tarafından onandıktan sonra da “kültür” oluverir! Dolayısıyla, dinin temelini oluşturan şey, kültürdür diyebiliriz!
“Örf” denilen şey; toplum tarafından kabul edilen gelenek ve adet kurallarıdır! Yani örf, “yasalar ile belirlenmeyen, halkın kendiliğinden uyduğu gelenektir” diyebiliriz!
Kültür ile geleneğin arasındaki fark bellidir! Örneğin bir kadının akrabası, eşi, babası vs. vefat ettiği zaman, kendisini dövmeye başlar! Bu durum Şiilerde, aşamalı olarak buralardan imam Hüseyin mersiyelerine intikal etmiştir! Yani Şii toplumundaki bu durum, gelenek halini almıştır! İnanışın/dinin içerisine girince de “kültür” oluvermiştir! Dolayısıyla Şiilerde, İmam Hüseyin mersiyelerinde kendini dövme, bir kültüre dönüşmüştür!
Hac da öyle bir şeydir! Yani hac da ilk başlarda bir gelenekti. Dinin içerisine girince “kültürel” bir hal aldı!
Diğer bir ifadeyle hac, İslam’dan önceki cahiliye döneminden kalma bir ameldir! Açıkçası cahiliye dönemindeki insanlar, açık pazara gitme maksadıyla Mekke’ye (hacca) geliyorlardı. Çünkü Arap kabileleri dağınık bir halde çöl hayatını yaşadıkları için onların Suk (alışveriş) yerleri yoktu!
“Suk”; alışveriş yapılan açık hava pazarını ifa eder! Söz konusu kabileler, kaç ayda bir Mekke’de bir araya geliyor ve kendi aralarında mal takasında bulunuyorlardı! Daha doğrusu, dünyevi ihtiyaçlarını gidermek için öyle bir alışveriş merkezi oluşturmuşlardı. Kimisi deve getirip koyun ve sığır ile takas ediyordu, kimisi de incir, zeytin, yağ vs. gibi malları getirip başka şeylerle takasta bulunuyorlardı! Ayrıca bu pazar yerine (Mekke’ye) sürekli şairler de gelip, besteledikleri şiirleri okuyup, yılın şairi de seçiliyorlardı!
Bir müddet sonra bu durum, aşamalı olarak ibadet halini aldı. İslam dini geldikten sonra da bu ibadeti onayladı! Hatta Sefa ile Merve arasındaki sa’y dahi, o dönemin örfünden dine geçmiştir. Yani cahiliye döneminde bir timsali Sefa tepesinin üzerine birini de Merve tepesinin üzerine dikmişlerdi! Ve zamanla da bu iki timsal, birer puta dönüştürüldü! Müşrikler her hac için Mekke’ye geldiklerinde o tepelere diktikleri putları da ziyaret ederlerdi!
Tepelere dikilen o iki heykelin, “İsaf” ile “Naile” namındaki aşık ile maşuka ait olduğu söylenir! O mitolojiye göre bu iki zat, aşk yolunda ölmüşlerdi! İşte onlara ait olan o iki heykel, zamanla puta dönüşmüş ve daha sonra da kendilerine tapılmaya başlanmıştı! İslam dini geldikten ve Kabe’nin “Allah’ın evi” olduğu anlaşıldıktan sonra da o putlar o tepelerden kaldırılmış ve “İbrahim sünneti” denilen o sünnete uygun bir şekilde, yine o sa’y devam etmiştir! Kuran ise: “O halde hacceden veya umre yapan bir kimsenin, bu iki tepe arasında sa’y etmesinde bir mahzur yoktur!” (Bakara: 158) cümlesiyle onu onamış ve izin verip mübah kılmıştır!
Önemli konu şurasıdır:
- “Mitler, kültürden sonra oluşturulur! Yani ilk önce bir hüküm örf tarafından kabul edilir, sonra inanca dökülüp kültürleştirilir ve daha sonra da onun hakkında birtakım efsaneler (mitler) meydana getirilir! Diğer bir ifadeyle, bilgi kaynağını oluşturan şey, ilk önce “şiarlar/simgeler” oluyor! Örneğin insanlar, önce gelip hac şiarlarından birini oluşturan “Hacer’i- Esved’i” (siyah taşı) seviyor ve onun etrafında tavaf ediyorlar. Sonrasında da din alimleri gelip o şiar hakkında mitler icat ediyorlar!
İsmail’in annesi Hacer’i de buna örnek gösterebiliriz! Efsaneye göre İsmail çok susamış ve sürekli ağlıyordu! Annesi Hacer oğluna biraz su bulma ümidiyle Sefa ile Merve tepelerinin bulunduğu yere çıktı ve o tepelerin arasında 7 kez gidip geldi. Fakat su bulamadı. Aniden İsmail’in ayaklarının topuklarıyla dövdüğü yerden su fışkırdığını gördü! Ve koşa koşa ona doğru gelmeye başladı. Su kayıp olmasın diye İbranice “dur dur” anlamına gelen “zem zem” sözünü söyledi. Geldikten sonra o suyun etrafına kumdan bir set çekip onun akıp gitmesine engel oldu! İşte bu efsane, bu kültürün oluşmasından sonra üretildi!
“Mitolojik açıdan bakıldığında” Kâbe, etrafında tavaf etmek, Şeytan’ı taşlamak, İbrahim’in Allah’ın evini yaptığı konusu vs., gerçekte İbrahim’den bize ulaşan bir durum değildir! O ev, İslam gelmeden birkaç yüz yıl önce müşrikler tarafından yapılmıştır! Daha sonraları biz Müslümanlar o eve kutsal bir renk verip, onu dini bir renge bürümüş ve onun yapımını İbrahim nebiye ulaştırmışız! Hatta orada da kalmayıp, bu yapım işini Âdem peygambere kadar götürmüşüz! Allah’ın o evini ilk yapanın Âdem nebi olduğunu söylemişiz! Yani Âdem tek başına yaşıyorken ve etrafında da birkaç kişi varken, onu getirip çölün ortasında o kadar büyüklükteki bir evi ona diktirmiş ve böyle bir işin anlamının ne olduğunu da düşünmemişizdir! Ayrıca mantık açısından, “binlerce yıl sonra insanların gelip orayı ziyaret etmeleri için, Âdem’in o işi yapmasını düşünmek de aklın hilafınadır! Zira o insanlar, kendileri geldiklerine orayı yapıp sonra da ziyaret edebilirler! Dolayısıyla böyle bir efsane mantıkla bağdaşmıyor! Fakat din kültüründe yer aldığı için ister istemez kabul ediyoruz!
Bilindiği gibi Batı üniversitelerinde efsane (mitoloji) ile ilgili bölümler vardır ve bunlar ders olarak okutuluyor. Mitoloji dersleri gerçekten de faydalı derslerdir! Tüm dinlerde efsane/mit bulunduğu için, Batılılar dinlerdeki mitleri iyi anlayabilmek maksadıyla “mitoloji” dersleri koymuş ve bunu bir bilime dönüştürmüşlerdir!
Yani Batıda mitoloji, akademik bir disiplin olarak incelenmektedir! Mitoloji ve özellikle de karşılaştırmalı mitoloji, klasik filoloji, antropoloji, tarih ve edebiyat gibi alanlarla iç içe geçmiş bir bilimdir!
Bazı Batı üniversitelerinde “Mitoloji ve folklor”, “Antik Batı Mitolojisi” veya “klasik mitoloji” gibi dersler bulunmaktadır! Ayrıca mitoloji üzerine yapılan akademik çalışmalar, Batı da dinler tarihi, kültürel çalışmalar ve felsefe gibi alanlarla da bağlantılıdır!
Batılılar, dinlerdeki efsanelerin perde gerisinin neye dayandığını da güzel bir şekilde tahlil etmekteler! Örneği Şeytan’ın taşlanma konusu hususunda yıllar önce bir yazı okumuştum! Adamın birisi remy-i Cemarat’ta (Şeytanların taşlandığı yerde) bir puta küfretmiş ya da o haram toprakta fuhuş işine bulaşmış yahut da bir puta itiraz etmiştir ve bu suçundan dolayı da recmedilmiştir (taşlanarak öldürülmüştür!) Her yıl onun recmedildiği aynı tarihte o insanlar oraya gelip onu recmederlermiş! Yani o şahsın yaptığı o çirkin işten dolayı ondan teberri (uzak olduğunu ilan) etmek için onu taşlıyorlarmış! Bu iş, ondan sonra bir kültüre dönüşmüştür! Birileri o işin yapılmasından yıllar sonra geliyormuş ve o adamın yaptığı o işten beri olduğunu ilan etmek için eline taşları alıp, o şahsın o işe bulaştığı yerde, onu protesto etmek kastıyla, taşları o niyetle fırlatıyormuş!
İlk başlarda ona taşların fırlatıldığı yer bir taneymiş! Sonraları 3 yer olmuş! Fakat, sonraları bu konu hakkında şöyle bir mit oluşturuldu: “Efendim nebi İbrahim, oğlu İsmail’in elinden tutup, Allah için kurban etmek kastıyla onu ıssız bir yere götürmek istedi! Bu durumu gören Şeytan, ilk önce İsmail’in annesi Hacer’in yanına geldi! Durumu ona haber verip Hacer’in o işe engel olmasını istedi. İbrahim bu durumdan haberdar olunca, Şeytan’a 7 taş fırlatıp onu kovdu! İkinci kez Şeytan tekrar geldi, İbrahim nebi tekrar ona 7 taş fırlatıp kovdu. Üçüncü kez tekrar gelince yine İbrahim tekrar ona 7 taş fırlatıp onu kovdu!
Şeytan’ın ona vesvese vereceğine gelip ona niçin gözüktüğünü bir türlü anlayamadım! İşte anlamakta zorlandığım konu burasıdır! Biz Müslümanlar ise, üç veya dört bin yıl önceden taşlanan Şeytanı, nedenini bilmeden hala taşlayıp duruyoruz!
Peki biz neden bu işi yapıyoruz?
Şeytanı taşlama yerlerindeki izdihamdan dolayı her yıl onlarca insanı çiğneyip öldürüyoruz! Hatırladığım kadarıyla geçmişteki yıllardan birinde, büyük Şeytanı taşlama yerinde 400 hacı ayaklar altında ezilip can vermişti! Şunu da hala anlamış değilim ki Şeytan mı Müslümanlar üzerinde etki ediyor, yoksa Müslümanlar mı Şeytan üzerinde etkindir? Yani bunların hangisi hangisini öldürüyor, bunu anlamak gerçekten zordur!
Bundan dolayı diyorum ki, algımızdaki bu hac kültürünün ıslah edilmesi gerekir!
Kimi kalp hastalığı olanlar, Sefa ile Merve arasındaki “hervele” (canlı ve süratli yürüyüş yapma) denilen o yerde koşuştuklarında, o amel üzerinde de ölüyorlar! Peki her tarafı sıkıntı ve ölüm kokan bu haccın insanlara dair bir faydası var mıdır? Farz edelim ki üç veya dört bin yıl önceden Hacer orada su arıyormuş ve haliyle de o suya odaklanmış! Peki sen orada neye odaklanıyorsun?
SONUÇ:
Bu şekliyle ilim ve irfandan uzak olduğu ve yalnızca egoyu tatmin maksadıyla yapıldığı için haccın, Müslümanlara hiçbir faydası yoktur!
Avam Müslümanlar sırf kendilerine “Hacı” dedirtmek ve kendilerini kutsatmak gayesiyle her yıl milyarlarca doları oralarda harcıyor ve bir tek “hacı” ismini alıp vatanlarına dönüyorlar o kadar! Oysaki o paralar ile cehaleti yok etmek kastıyla binlerce okul, hastalıkları yok etmek için binlerce hastane, savaş, trafik kazası vs. den dolayı baba ve annesini kaybeden öksüz ve yetimler için binlerce yetim yurdu, evlenebilecek maddi imkanları bulunmayan binlerce yoksulu evlendirme, ev alma durumu olmayan binlerce yuvasız insanlara ev alma, Afrika ve diğer bölgelerdeki açlık ve susuzluktan sefalet çekenlere binlerce su kuyusu kazdırma ve açlara maişet temin etmek vs. kastıyla, oraya harcadıkları o maddi imkanlarını bu saydığım işlere harcayarak, daha hayırlı işler yapıp insanlara daha fazla yararlı olabileceklerini düşünüyorum! Tabi ki hırsları buna müsaade eder ise!
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum