İstanbul
07 Eylül, 2025, Pazar
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.81
  • ALTIN
    2412.9
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66248.09$

LAİKLER İLE DİNCİLER BİRBİRLERİYLE ANTLAŞABİLİRLER Mİ? -2

04 Eylül 2025, Perşembe 12:02

Sünni-Şii tüm ilim havzaları şunu söylerler:

- “Asıl olan Kuran ve Sünnetteki bilgelerdir, ötekiler ise beşeridir! Şayet bir konuda akıl ile nakil çelişir ise, bizler nakli tercih ederiz! Çünkü nakil Allah ve masumdandır!”

İşte bu, en büyük bir hatadır. “Dogmatik” olan ve beyni donduran da budur! Şayet beyni dondurur ise, böyle bir düşünce “beşerin aklını kendi kontrolü altına almış olur!” Bu durumda da “demokrasi”, “insan hakları” vs. gibi şeyler, tümüyle iptal olur ve 1400 yıl geriye gideriz!

Şunu da belirtmeliyim ki din adamları, toplumların gelişim gösterdiğini, evrim geçirdiğini ve ilerlediğini idrak etmekten yoksunlar! Oysaki toplumlar da aynen insan gibidir! Fakat din adamlarında “evrim/gelişkinlik” diye bir kavram söz konusu değildir! Onlar yalnızca; “Muhammed’in helali kıyamet gününe kadar helaldir ve haramı da kıyamet gününe kadar haramdır!” gibi bir dünya görüşüne sahipler! Dolayısıyla, onların ıslah olmaları söz konusu değildir!

Onlar, Kuran ve Sünnetin hükümlerini kesin olan şeylerden kabul etmiş ve onlara “dogma” olarak bakmışlardır! Fakat hiçbir aklî delil de sunamamışlardır! Oysaki, şartlara ve ortamlara göre Kuran’ın kendisinde de “nasih” (hükmü kaldıran) ve “mensuh” (hükmü kaldırılan) hükümler yer almıştır! Mekke ile Medine arasında bile onlarca nasih ve mensuh ayetler vuku bulmuştur! Elbette ki bu, makul bir durumdur! Ayrıca Kuran ve İslam da bu durumu onaylamıştır! Yani bir hükmün etkisi bitince, o hüküm gider, onun yerine daha etkin olanı gelir! Bu da ondaki hayat ve hareketin belirtilerindendir!

Fakat sıkıntı İslam alimlerindedir! Onlar, bir tek nasların üzerinde durmuş ve onların her zaman ve mekânda geçerli olduğunu savunmuşlardır! Bu da çok tehlikeli bir düşüncedir ve tehlikesi de şudur:

- “Böyle bir düşünce insanı mutaassıp eder, dogmatik yapar, terör işlemeye yönlendirir, aklını dondurur ve iradesinin önünü alır! Sonuçta da insanı bu yola tabi olmaya ve kendini bitirmeye icbar eder!”

Ayrıca İslamcılar, “İslam’ı yanlış anlayanlara ve onunla ilgili indi yorumlar yaparak saptıranlara karşı birtakım izahatlarda bulunanlara da düşmanca bir yaklaşım sergilerler!” Ve yine İslamcılar, “kendilerini din yerine konumlarlar! Yanlışlıklarını eleştirenlerin, dini eleştirdikleri dedikodusunu yapıp, toplum içerisinde adeta dini yok etmek istedikleri intibaını uyandırırlar! Yani onlar, böyle bir şahısın, nebinin itibarını halkın gözünden düşürmek istediği gibi bir imaj yaratırlar!” Fakat gerçek şu ki biz, nebinin itibarını korumak ve onun yüce olan şerefini, dünya insanları nezdinde daha da yüceltmek için, İslam’ın birçok hükümlerinin çağın ortamına göre değiştirilmesi gerektiğini düşünüyoruz! Bizim bu görüşümüzü, aklı başındaki birçok Sünni ve Şii halk da benimsemekteler! Örneğin (Vahhabi ve tarikatlar hariç) akılcı Hanefi Sünniler, bu gibi değişimleri yürekten talep etmekteler! Şiilerin de akılcıları aynen öyledir! Bu iki kesimin akılcıları, nebinin itibarının düşürülmesini asla kabul etmezler! Onlar nebiye “deccal” vs. gibi sözleri sarf edenlere asla tahammül etmezler! Tabi ki bu gibi sıfatları nebiye nispet etmek, kesinlikle menfidir ve kabul edilir türden değildir!

Arifler bu işin hal yolunun vicdan olduğunu vurgularlar! Yani onlar, İslam ahkamını esas siyaği (bağlamı) ile ele aldıklarını söylerler! Çünkü onlara göre İslam ve dini hükümler, “talim olarak gelmemiştir”! Yani din; tabiat, hukuk, ahlak, ekonomi ve siyaset ilimleri gibi değildir! Evet, dini hükümler de haberi hükümlerdir ve doğrudur da! Fakat dini hükümler “inşa etmeyi” hedefler, yani ahlaki tavsiyeleri hedef edinir! Daha açıkçası dini hükümler, “tavsiyeler” şeklinde gelmişlerdir! “Tavsiye” ise içerisinde hata, sevap, doğru, eğri, hak ve batıl gibi şeyleri barındırmaz!

“Tavsiye”; “ bir hükmün emir ve nehiy biçiminde gönderilmesidir!” Hatta derler ki “tevhit” (Allah’ın tek oluşu inancı) dahi tavsiye türündendir! Yani gerçekte “tevhit” ten kasıt, Allah’ın tek olduğu inancı değil, muvahhit insanın zatına; “sen ey Mümin! Hayatında sanki tek Allah’a itaat ediyormuşçasına hareket edeceksin ve Allah ile duygu içerisinde irtibat kururcasına hareketlerini tasavvurda bulunacaksın” düşüncesini yerleştirmektir!

Demek ki “tevhit” inancında önemli olan bilgi değil, irtibattır! Yani nebinin gelişindeki kasıt, insanlar ile Allah’ı irtibatlandırmaktır! Yoksa, “insanlar putlara tapıyordu, nebi de gelip tek Allah’ın varlığı hususunda onları bilgilendirdi, yahut da insanlar birkaç Allah’ın olduğuna ya da hiç olmadığına inanıyordu, nebi de gelip onlara Allah’ın tek olduğu ya da var olduğu hususunda onları bilgilendirdi” diye düşünmek doğru değildir!

Hayır! Nebi’nin önemsediği şey bunlar değildi! Onun önemsediği şey insanları Allah’a taraf hidayet etmekti! Yoksa müşrikler ve şimdiki insanların büyük çoğunluğu Allah’ın varlığına iman etmekteler! Fakat Allah, onların öz varlığında yer edinmemiştir! Yani asıl sorun, Allah’ın zihinlerde kalması ve insanların özlüklerine inmemesidir! Ve yine din ve mezhepler arasındaki tüm ihtilafların sebebi, inşaların zihinlerdeki Allah’a bakışlarıdır! Daha doğrusu, zihinlerindeki Allah’ın, özlüklerine inmemesindedir!

Kısacası, bir İnsanın dini veya mezhebi ne olursa olsun, orada kalması ve taassup oluşturup diğer din ve mezheplere saldırması doğru değildir! Öyle yapacağına, o yöntemin yanlış yöntem olduğunu kabul edip, kendine başka bir yöntem bulmalıdır. Yani mensubu bulunduğu din ve mezhep alimlerinin gittikleri yoldan gitmeyip, çağındaki hâkim medeniyet, felsefe ve modern düşünce yöntemini tercih etmelidir! Çünkü bir insan genelde hakikatin, yalnızca kendi mektebinde olduğu zannıyla ona sarılır, daha sonra da onda olmadığını anlar! Bunu anladıktan sonra da, kendisinin bağlı bulunduğu, hak ve hakikat olarak tasavvur ettiği mektep ve meşrebin dışında kalan diğer mezhep ve meşreplerin elinde, belki de daha faydalı düşünce ve itikatların bulunduğunu görebilir!

Örneğin ben, daha önceleri hakikatlerin yalnızca Kuran ve Sünnette olduğunu düşünüyordum! Gördüm ki Sünni ve Şii din adamları, kendi dışındaki ekollerden istifade etme kapılarını bütünüyle kendi üzerlerine kapatıvermişlerdir! Oysaki içerisinde bulunduğumuz asırda, hakikatin birçok çeşitli kaynakları mevcuttur! Yani hakikati elde etmenin bilgi kaynakları hayli faklıdır! Artık eskisi gibi değildir! Eskiler tıp deyince, akıllarına yalnızca Kuran ve Sünnet gelirdi! Örneğin tıp için Kuran ayetlerinin “şifa” olduğu söylenirdi! Ya da hastalara nebinin tıbbı, İmam Cafer Sadık’ın tıbbı vs. tavsiye edilirdi! Eskiden tıp ile ilgili bu türden görüşler hayli yaygındı! Fakat içinde bulunduğumuz asırda, dinin tüm sorunları halletme kapasitesinin bulunmadığı ispat edilmiştir!

Şu andaki siyasi İslamcılar şunu derler: “İslam, her şeyi çözecek bir kabiliyete sahiptir! Yani ekonomi, sosyal, siyasal, psikolojik, maddi ve manevi tüm sorunlara çözüm yolları önerecek bir kapasitededir!” Oysaki gerçeklik tüm bunları yalanlıyor! Dolayısıyla, insanların ve özellikle de kültürlü olanların dinden kaçtıklarını görüyoruz! Oysaki önceleri bu gibi kaçışlar yoktu! Fakat şu anda milyonlarca insan, ateist oluverdi ve din ile aldatıldıklarını anladı! Unutmamak gerekir ki, aldatılan insanlar, İslam, Kuran ve nebiye şiddetli bir şekilde kin bağlarlar! Çünkü derler ki, örneğin ömrümden 20 yılı, kimi şeylerin Allah’tan olduğuna inanmakla geçirdim! Sonradan da bu inandığım şeylerin Allah’tan olmadığı bana sabit oldu!

Ayrıca aldatılan insan intikamcı olur! Dolaysıyla, eldeki din bu şekliyle bu zaman ile uyum içerisinde olmuyor! Çünkü bu dinin, şu anda hükümleri eskimiştir! Örneğin hırsızın elini kesmek, zina edenin recmi, din ve mezhep savaşları, cariye ve köle alım satımı vs. ile ilgili hükümler eski hükümler olduğu için bu asır ile uyum içerisinde değildir!

Ayrıca, Sünni ve Şiilerdeki metafizik (itikadi) konular da modern dönem öncesi oldukları için, bunlar da eskimişlerdir!

Modernitenin özelliği, inanılan şeyler hususunda insanları derinlemesine akletme ve düşünmeye sevk etmektir! Ve yine inanılan şeylerin nedenlerini araştırtmaktır! Kültürlü ve modern bir insan, artık din adamının her söylediğini kayıtsız ve şartsız olarak kabul etmiyor! “Delilin nedir?” diyor! Hatta din adamları “Allah vardır” deseler dahi, yine de “delilin nedir!” diyor! “Muhammed” nebidir ve “Kuran” Allah’ın kelamıdır denildiğinde de “buna delilin var mıdır?” diye soruyorlar!

Şu anda din adamlarının en çok ihtiyaç duydukları şey, “akla dayalı deliller sunmaktır!” Aslında sıkıntı da şuradadır! Yani din adamları akla dayalı deliller sunmayı bilemiyorlar! İlim havzalarına bakıldığında, tümü de tüm konular için ayet ve rivayetlerden delil getiriyorlar! Oysaki akli delillere ihtiyaç vardır! Hatta kimi “akli” olan delilleri kabul etseler dahi, her aklın değil, “mümin aklının” getireceği delilleri kabul ediyorlar! Yani onlara göre ateistin aklı “akıl” değildir! Nitekim birisi gelip imam Cafer Sadık’a “akıl nedir?” diye sorar. İmam şöyle cevap verir: “Akıl, kendisi ile cennet kazanılan ve rahmana ibadet edilen şeydir!” Görüldüğü üzere İslam alimleri bu rivayetten yola çıkarak, aklı dahi “Allah ve Resulüne” itaat ile sınırlandırmışlardır! Oysaki akıl ve akılcılık, Müslüman, müşrik ve münkir ’in arasında ortak bir zemin olmalıdır! Yani Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, ateist ve diğer tüm inanç ve ideolojiler arasındaki ortak zemin akıldır! Dolaysıyla, aklın din, mezhep, kültür, ideoloji vs. gibi şeyler ile mukayyet edilmemesi gerekir. Akıl, özgür olmalı ki, özgürce hakemliğini icra etmiş bulunsun! Dolayısıyla, tüm kültürlülerin dine olan itirazları, dinin insanı akılcı yapmadığı ve kul ettiği hususudur!

İKİNCİ BÖLÜMÜN SONU

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum