LAİKLER İLE DİNCİLER BİRBİRLERİYLE ANTLAŞABİLİRLER Mİ?
21 Ağustos 2025, Perşembe 11:29Bilindiği üzere konuşma ile antlaşma farklı şeylerdirler! Her kes birbiriyle konuşabilir ama tartışıp antlaşamazlar!
Zira antlaşmanın birtakım şartları vardır ve onlardan biri de ortak bir değer üzerinde birleşmektir. Fakat konuşmada herhangi bir şart aranmaz!
Konuşmak; “cedel”, “tartışma”, “panel”, “forum” vs. gibi birden fazla metotlara sahiptir! Şayet konuşma, “İlmi konular” üzerineyse, o konuyu “cedel” vs. ile değil, “tartışma” metodu üzerinden konuşmak gerek!
“Cedel”; kelam alimlerinin eskiden beri kullandıkları bir konuşma metodudur!
Yani kelamcılar kendi mezhep ve görüşlerini savunmak için cedel yönteminden istifade etmişlerdir! Ateist ve laikler de görüş ve düşüncelerini müdafaa için, o yöntemden yararlanmışlardır!
Açıkçası bu kesimin her ikisi de kendi inandıkları görüşlerinin %100 doğru olduğunu kabul ettiklerinden konuşmalarında, “cedel” yolunu tercih etmişlerdir! Dolayısıyla, bunların arasında şu ana kadar “ilim” ve “mantık” üzerinden herhangi bir tartışma ve antlaşma söz konusu olmamıştır!
Doğrusu benim Ateist, laik ve modernistlerden beklentim şudur: “Bu kesim, tartışma seviyelerini de aynen aydın iddialarının seviyesine çıkarmalılar!”
Yani bunların düşünce ve sözleri, din adamlarınınki gibi olmamalıdır! Zira, din adamlarının görüş ve düşünceleri genellikle “dogma” dır!
Tartışma yapıp antlaşma gerçekleştirmede önemli olan birkaç şart vardır:
Birincisi; tartışan tarafların antlaşmayı gerçekleştirebilmeleri için “ortak bir zemin” etrafında buluşmaları gerek!
Fakat, ateistler ile din adamları arasında “ortak zemin” yok gibidir!
Mesela bu iki kesimden birileri tartıştığında, din adamının Kuran ve Sünnetten delil getirdiğini görüyoruz!
Örneğin İslam’ın hak olduğu, Kuran’ın tahrif edilmediği, nebevi sünnetin ve Kuran hükümlerinin günümüzde bile geçerli olduğu vs. gibi meselelerde, din adamları hep Kuran ve Sünnetten delil getirirler!
Halbuki karşısındaki adam ateisttir, Kuran ve Sünnete inanmadığı gibi, Kuran’ın Allah’ına da iman etmemektedir! Böyle bir durumda din adamının onlara delil sunmasının hiçbir anlamı yoktur!
Ateistlerin tarafından bakıldığında, onların da din adamlarının ve dinin hilafına birtakım deliller sundukları görülüyor!
Fakat ilginçtir ki sundukları delillere kendileri de inanmıyor!
Örneğin nebinin ahlakına itiraz ediyorlar! Şeriatın hükümlerini reddediyorlar! Dinde yer alan cariye, köle, kısas gibi konulara ve nebinin çok eşliliğine karşı çıkıyorlar!
Oysaki ateist ve laikler, nasların “evrensel” değil de “tarihsel” olduğunu kabul ederler!
Onlara sormazlar mı “siz nasıl nasların tarihsel olduğunu kabul ediyorsunuz ki, getirip o tarihteki konuları günümüz kültürüyle yargılamaya çalışıyorsunuz! Bu makul mudur?”
Örneğin içerisinde bulunduğumuz bu dönemde “özgürlük”, “demokrasi”, “insan hakları”, “hukukun üstünlüğü” vs. gibi şeyler mevcuttur!
Yani günümüzde insan hakları diye bir şey vardır! Sen kalkıp din adamına diyorsun ki İslam’da neden demokrasi ve insan hakları mevcut değildir! İslam’da neden köle alışverişi ve cariye edinmek vs. vardır!
İşte bu durumlar, ateist ve laikler için ilginç konular olabilir! Fakat, çağımızda İslam’a dair yaptıkları itirazlar, o dönemde, İslam ile uyum içerisindeydi! Dolayısıyla, İslam ve nebi için yaptıkları itirazlar, doğru değillerdir! Çünkü İslam ve nebi, o dönem için gelmiştir!
Ayrıca tüm din, mezhep ve inançlar, ortaya çıktıkları dönemin gerçekleri üzerinden hareket ederler! Ve yine dönemin kültürü ile ilintili olurlar! Dolayısıyla, bütün düşünce ekolleri, içerisinde bulundukları zamanın gerçekleri ile uyum sağlamalıdırlar!
Ayrıca, İslam’ın güzelliklerinden bir diğeri de onun gerçekçi olmasıdır! Yani İslam’ın nazil olduğu dönemde, savaş, cariye ve köle alım- satımı vardı! Nitekim İslam’ın kendisi de bunu itiraf etmiştir! Hak verirsiniz ki, İslam ve nebinin gelip de her şeyi A dan Z ye kadar değiştirme imkânı yoktur! Hatta kültürü dahi kökünden değiştirmeye güçler yetmez! Ancak kültürün içerisindeki bazı temel sayılan şeyleri değiştirme imkanına sahipler! Örneğin “tevhit” vasıtası ile şirki ve putperestliği yok edebilirler ve bu da makuldür!
Hasılı; önemli olan tartışan tarafların ortak bir zeminde buluşmalarıdır!
Örneğin laikler, Kuran ve Sünnete iman etmezler! Din adamları da iddiaları için Kuran ve Sünnetin dışındaki şeylerden delil getirmeyi istemezler. Dolayısıyla bunların arasında tek bir ortak zemin vardır ve o da “akıldır”! Çünkü dünyadaki tüm insanlar akla inanır! Fakat onların inandıkları akıl, nassın dışında kalan “bağımsız akıldır”! İşte laikler ile dinciler arasında da “bağımsız akıl” gibi bir ortak zeminin bulunması makuldür!
Yani ateist ile din adamının arasındaki ortak zemin, “akıl” olmalı ve her iki kesimin iddiaları için de aklî istidlallerde bulunmalarıdır! Bu da makuldür!
İkincisi; tartışan insanlar “objektif insanlar” olmalılar! Yani kendi duygu ve çıkarlarını bir kenara bırakıp mantıklı düşünmeliler. Ve yine tartışmada adil ve dengeli olmalılar! Karar verirken de sadece doğruları ve kanıtları dikkate almalılar!
Fakat üzülerek belirtmeliyim ki din adamları, gerçekten “objektif” değil, “dogmatik” insanlardır!
Çünkü onlar dine ve nebiye aşık ve tutkuludurlar! Onlar derler ki, biz nebi Muhammed’i tüm hata ve ahlakın hilafına olan şeylerden tenzih ederiz!
Bunlar İslam dinine de aşıktırlar! Bilindiği gibi Arapça’ da imam Şafii’ den olduğu rivayet edilen şöyle bir şiir vardır:
-“Hoşnutluk gözü her kusura kördür. Ama öfke gözü, kusurları ortaya çıkarır/ Aynu’r-Riza an külli aybin keliletün- Ve lakinne aynu’s- Suhut tübdi’l- Musaviya!”
Kısacası din alimleri aşıktırlar. Onlara Kuran’ın tahrifine ve nebi Muhammed’in ahlaksızlığına dair herhangi bir delil getiremezsiniz! Çünkü dediğim gibi onlar aşıktır ve bundan dolayı da getirilen tüm delilleri tahrif ederler!
Onlar, hatta Kuran’ın belagatine (açık, anlaşılır ve etkileyici konuşmasının bulunduğuna) dair de delil getirirler. Oysaki Kuran’da birtakım sorunlar vardır. Fakat âşık oldukları için onlara bir şey anlatılmaz!
Peki, ateist ve laikler ile din adamı ve müminlerin konuşup anlaşabilmelerinin her hangi bir hal yolu var mıdır?
Cevap:
Yukarıda da dediğimiz gibi âşık olanlara mantık yolu ile bir şey anlatmak ve tarihî de olsa bir delil sunmak mümkün değildir!
Öyleyse geriye bir tek “pragmatik” (yani bir inancın çözüm odaklı işe yarar yöntemlerinin bulunup bulunmadığı) delili kalıyor!
Açıkçası, o din adamlarına şunu demek gerekir: “Evet, sen bu Kuran’ın aşığısın, fakat Kuran’da yer alan bu hükümler, her ne kadar sahih olsa ve Kuran; “…ne önünden ve ne de ardından batıl bir şey yaklaşamaz!” (Fussilet: 42) konumunu korusa da, fakat onda yer alan hükümler, acaba içerisinde bulunduğumuz bu dönem ile uyum içerisindeler mi?”
Ben her zaman şunu söylüyorum: Faraza Kuran’da yer alan hükümlerin tümünün doğru olduğunu kabul edelim ve yine, “Kuran’a ne önünden ve ne de ardından batıl bir şey yaklaşamaz!” (Fussilet: 42) ayetine bütün kalbimizle iman edelim!
Fakat içerisinde bulunduğumuz bu dönemde, bu hükümlerin gölgesi altında yaşamalı olur isek, ümmet olarak her birimiz, kesinlikle birer Daiş vs. gibi bir terörist olup ortaya çıkarız! Ve yine aynen cihatçı teröristler gibi gayri Müslimlerden “cizye/baş vergisi” talep eder ve onlar gibi cariye alım satımında bulunuuz!
Nitekim Daiş Musul’a saldırdığında, orada “Yezidî” topluluğu da vardı. Daiş onların tüm erkeklerini öldürüp kadınlarını cariye aldı ve daha sora da onları sokaklarda satmaya başladı! İşte eski dönemlerdeki asil Muhammedî din budur!
Fakat din adamları ile akıl ve pragmatik yöntem ile konuşmak lazım. Öyle ki, onların görüşleri de bu asır ile uyum içerisinde olmalıdır!
Sorun şuradaki, Sünni-Şii tüm ilim havzalarında okutulan dersler, tümüyle manevi ve eski derslerdir! Tümü de rivayet ve ayetlerdir! Söz konusu ilim havzalarındaki yetkililer tarafından tedrisatta bulunanlar için yeni ve modern kültüre gitmenin yolunu gösterip kapısını açmak diye bir çaba söz konusu değildir!
Örneğin onların nezdinde hala dahi modernite “küfürdür!”
Güya İslam onları tüm bilim ve bilgilere karşı doyurmuştur!
Çünkü onlara göre her şey İslam, Kuran ve Sünnette mevcuttur! Artık hiçbir şeye ihtiyaç kalmamıştır! Yine onlara göre “Demokrasi” ve “insan hakları” da “küfürdür”!
Zira bunlar beşerî görüşlerdir ve Kuran’ın hilafınadır! Dolayısıyla bunlar, modern medeniyet için tüm kapıları kapamış ve küresel etkileşimin dışında kalmışlardır! Teknolojik, sosyal ve ekonomik gelişmeleri kökünden reddetmekteler!
Bize göre bunların ıslahı mümkün gözükmüyor!
Yani dinî müesseselerin ıslahı ve din adamlarının görüşlerinin düzenlenmesi çok zordur! Şayet bu iş başarılacak ise, o da ancak mevcut zihniyeti kırmak ile mümkün olabilir!
Yani sorun Kuran, Sünnet, tarih ve vahiyde değildir, sorun Kuran üzerinden onlara verilen bilgilerde ve din adamlarının görüşlerindedir!
Onlar bu bilgileri Kuran, Sünnet ve şer’i ahkamdan alınca, bunların yeterli olduğunu tasavvur edip, her şeyden bağımsız olduklarını ve kurtulduklarını zannettiler! Bu bilgilerin de kıyamete kadar kendilerine yeterli olduğuna inandılar!
İşte en büyük sıkıntı da buradadır!
Yoksa, onların da değişme imkânı olabilirdi!
BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum