İstanbul
21 Kasım, 2025, Cuma
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.81
  • ALTIN
    2412.9
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66248.09$

LAİKLER İLE DİNCİLER BİRBİRLERİYLE ANTLAŞABİLİRLER Mİ? -5

21 Eylül 2025, Pazar 21:14

Allah konusuna gelince; şayet insanın kalbinde hayra doğru bir temayül var ise bu, ondaki Allah’ın varlığına bir delildir! Şayet bir insanda vicdan yoksa ve mücrim biriyse, o taktirde onun nefsinde ve düşüncesinde Allah mevcut değil demektir! Şayet ona, kendi aleminde denilse ki Allah mevcut değildir! O; “doğrudur ve doğruyu söylüyorsunuz” diyecektir! Çünkü onun aleminde Allah mevcut değildir! Şayet mevcut olsaydı, zaten mücrim biri olmazdı! İşte Allah’ın varlığının delili yalnızca budur! Yani o insanın inancı, artık fiiline dökülmüş ve fiillerine yansımıştır! Buradaki Allah’tan kastedilen şey, elbette ki insanın nefsindeki Allah’tır!

Yukarıda yapılan bu yorum, ariflerin yorumudur. Bunu din alimleri kabul etmezler. Din adamları cennet, cehennem, kıyamet vs. nin tümüyle gerçekte var olduğunu kabul ederler! Yani, din adamlarına göre arifler, gerçek şeyleri batıni şeylere göre tevil eder ve hariçteki (gerçekteki) vuku bulan şeylerin hakikatini anlamak için bu şekilde tevil ettiklerini düşünürler!

Biz önceden “dinî ve felsefi konuların, ancak ikincil anlamlar üzerinden anlaşılır” olabildiklerini söyledik! Çünkü bunların dışarıda bizzat varlıkları söz konusu değildir! Bunlar, dışarıda zatlarıyla değil, eserleriyle mevcut oldukları için, ikincil bir anlam ile izah edilmeleri gerekir! Örneğin güzellik, hak, batıl, vahiy, Allah, nübüvvet vs. gibi konular, ikincil bir anlam ile izah edilmelidirler!

Mesela nübüvvetin hariçteki varlığı, nebi Muhammed’dir! Bu da cisim ve insandır! Fakat bunun nebi olup olmadığı hususunda ihtilaflar baş göstermiştir! Yani dinî ve felsefi konulardaki ihtilaflar, birincisinde değil, ikincil mefhumlarındadır!

Denilebilir ki; neden Allah kendini izhar etmiyor ve insanlardan saklıyor? Böylece bu kadar din, mezhep ve ekollerin ortaya çıkmasına ve ihtilafa düşmelerine sebebiyet veriyor?

Şunu söylerim:

Kuran Allah ile ilgili şöyle der, “O, evveldir, ahirdir, zahirdir, batındır!” (Hadid:3) Fakat insanlar ilk aşamada aynen yumurtadaki civciv gibidirler! Fakat insanlar ile yumurtadaki civcivin bir farkı vardır ve o da şudur: “Yumurta içerisindeki civciv, alemi göremiyor! Yani ona göre alem diye bir şey yoktur! Yine ona göre alem zahir değil gizlidir! Oysaki gerçekte gizli ve saklı olan, yumurtadaki civcivin kendisidir!

İnsan kemal yolunda tek bir gün çerisinde tüm mükemmellik mertebelerini aşamaz! Yavaş yavaş ve aşamalı olarak bu yolu katetmesi gerekir! Yani örneğin akıl aşamalı olarak elde edilir, vicdan da aşamalı bir şekilde kişide oluşur!

Örneğin çocuk, ömrünün bir ve ikinci yılında hayvani duygular ile hareket eder. Ona: “Sen neden Albert Einstein’ın görüşlerini anlamıyorsun?” demek olmaz. Şayet ömründen 20 veya 25 yıl geçer ve akli gelişkinlik gösterir ise o taktirde ondan Einstein’ın görüşleri sorulabilir! Dolayısıyla, yukarıdaki sorular hususunda şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki eksiklik Allah’ta değil insandadır ve bunun içindir ki Allah’ı idrak edememektedir!

Nitekim Batılı düşünürlerden Nabîlis şöyle der:

-“İnsan ve evrenin başlangıcı sıfır iledir! Bu alemdeki eksiklik metafizikseldir! Çünkü bu kadar kusur ve şerlerin ortaya çıkması, bize insanın başlangıcının sıfır olduğunu gösteriyor!”

Yani insanın tüm idrakleri zayıftır! Bundan dolayıdır ki arifler, hep “nefsi tezkiyeyi” önerir. Nefsi tezkiye etmedeki gaye ise, “Allah’ın insanın kalbinde tecelli etmesi içindir!” Çünkü kalp bütünüyle ego, şöhret, mal sevgisi, kibir ve dünyevi şeylere meyilli bir yapıdadır ve saydığımız tüm bu şeyler, birer perdedirler! Yani söylediğimiz bu şeyler, aynen civcivi çevreleyen ve etrafını görmesine engel olan yumurta kabuğu gibidirler. Şayet insan kendini bu söylediğim perdelerden kurtarmayı başarabilir ise, Allah’ı da görmüş olur! Aksi taktirde yumurta içerisindeki civciv gibi kalır!

Yeri gelmişken burada Kuran’dan bazı nasları da aktarmakta yarar görüyorum!

Kutsal metinlerdeki naslara göre, şayet Allah kendini gösterir ise, insan onu görmeye tahammül edemez ve hemen yok olup gider! Örneğin bir milyon vatlık bir elektrik santralınızın bulunduğunu düşününüz! Ondan ampullere elektrik dağıtıyorsunuz. En yüksek enerjiyi vereceğiniz ampuller ise ancak 100 vatlıktır! O ampule şayet bir milyon voltajda bir elektrik enerjisi verir iseniz, ampul derhal patlar ve yok olup gider!

Misalde hata olmaz ise Allah da aynen öyledir! İnsanoğlu Allah’ı ancak 100 vatlık bir enerji gücü ile keşfedip anlamaya çalışıyor! Oysaki ancak aşamalı olarak ve melekesini güçlendirerek, Allah ile ittihat edip, onun potasında eriyecek bir dereceye ulaşabilir! Yani insan ilk başlangıçta aynen bir yağmur damlası gibi sınırlıdır. Denize ulaştığında, onunla ittihat edip onun potasında eriyor ve ondan bir parça oluveriyor! İşte tam o zaman, ondaki o sınırlılık ortadan kalkıyor ve o da denizden oluyor ve denizin ne anlama geldiğini ancak o taktirde anlıyor! Genel insanların durumu da böyle olduğu için, nefsi tezkiyede bulunup Rableri ile ittihat etmedikleri müddetçe yumurtanın içerisindeki civciv gibi oluyor ve bir şeyi göremiyorlar!

Yani bizler şu anda tabiatın rahmindeyiz! Aynen bir cenin gibiyiz! Bir ceninin ana rahminde iken güneşin nurunu görmesi mümkün değildir! Çünkü o, gözlerinin orada kapalı olması hasebiyle, zulmetin içerisindedir! Bizler de yalnızca Allah’a karşı değil, tüm gerçeklere karşı böyleyizdir! Mükemmelliğe kavuşana kadar hep böyle olacağız! Dolayısıyla, insanın Allah’ı görememesindeki hikmeti budur! Yani eksiklik bakandadır! Nitekim Kuran da bu eksikliğe Musa nebi üzerinden dikkatleri çekiyor ve o durumu bizlere şöyle aktarıyor:

- “Musa sözleşmemiz üzere gelip Rabbi onunla konuşunca, “Rabbim! Kendini bana göster de seni göreyim” dedi. (Allah,) “Asla beni göremezsin. Fakat şu dağa bak; eğer yerinde kalırsa, beni görürüsün” dedi. Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir etti ve Musa baygın (yere) düştü. Ayılınca, “Seni her eksiklikten uzak bilirim, sana tövbe ettim ve ben müminlerin ilkiyim” dedi.” (A’raf: 143)

Musa’nın bayılıp yere düşmesinin nedeni, Allah’ın Musa’ya tecelli etmesidir! Fakat Musa da buna tahammül edemeyip bayılıp yere düşmüştür!

Yani insanın kudreti sınırlıdır. Aynen 100 vatlık bir ampul gibidir! Allah ise, sözgelimi milyon vatlık bir santral gibidir. İnsana kendini gösterir ise, insan o güce tahammül edemeyip yok olur! Bundan olsa gerek, Allah merhamet sahibi olması hasebiyle, insanın tekamülü için, aşama yolları koymuş, tezkiye vs. vasıtasıyla mükemmellik derecesine ulaştığında da kendisine ulaşmasını ve kendinde fena olmasını istemiştir! Yani insan, milyon vatlık bir güce tahammül edecek bir dereceye ulaştığında, Allah ile müttehit olma imkanına sahip olmakta ve sonunda da Mesih’in seviyesine çıkmaktadır!

Mesih, bir milyon vatlık bir mükemmelliğe ulaştığı için Allah’ta fena olmuştur. Bundan ötürü de ona Allah ya da Allah’ın oğlu denildi!

Elbette ki Allah hususunda elektrik voltu üzerinden misal vermem, gerçek değil bir örneklendirmedir! Yani arifler genelde, aynen doktorun ilaç önerisinde bulunduğu gibi, bir hakikati örneklendirerek anlatırlar! Diğer bir ifadeyle, bir doktor bir ilacın herhangi bir rahatsızlığı iyileştirdiğini tecrübe ederek, onu hastaya tavsiyede bulunur. Hasta hiçbir zaman doktora: “Sen neye dayanarak bu ilacı tavsiye ediyorsun, bunun hastalığı iyileştirdiğine dair delilin nedir?” diye sormaz! Ariflerin verdikleri misaller de öyledir! Hiçbir arif, boş yere örnek vermez. Bunlar da delil ve tecrübe üzerinden konuşurlar! Yani dini konular da aynen tıbbi konular gibidirler! Dini konuları, din adamlarından değil, arif olan alimlerden almalıyız! Yani Muhammed, Ali, diğer evliyalar, Buda, Hallaç-ı Mansur ve Mesih gibi büyük ariflerden elde etmeliyiz! Hallaç da Mesih gibi “ben Allah’ım” deyip dar ağacına çekilmiştir!

Büyük ariflerden birçoğu derler ki, Allah’ı keşfetmenin ve ona kavuşmanın tek yolu, nefsi tezkiyedir! “Sen önce bu yolda seyret, sonra Allah’ı görürüsün” derler! Dolayısıyla bu haber, doğru, sahih ve mütevatir bir haberdir!

Yalnızca Müslüman arifler değil tüm arifler, örneğin dünyadaki en büyük ariflerden biri olan Buda gibi Hindu arifler demişler ki, insan yüce mertebeye “mırnava” kanalıyla ulaşır! “Mırnava” ise “tezkiye” demektir! Buda’nın kendisi de uzunca yıllar dağ ve mağaralara çekilmiş, nefsi tezkiyede bulunmuş ve riyazet hayatı yaşamıştır! Sonunda da bu günkü dereceye ulaşmıştır! Şu günlerde onun izinden gitmekte olan yüzlerce milyon taraftarı mevcuttur!

Muhammed nebi de nübüvvetinin yanında büyük ariflerden biridir ve yüzlerce milyon takipçisi vardır! Şiiler için de imam Ali büyük ariflerdendir ve onlarca milyon izcisi (Şia’sı) söz konusudur! Dolayısıyla bu sözler (tezkiye), birkaç insanın ağzından çıkan sözler değildir! Bu sözlerin sahipleri, “doğruluk” ve “emanete sahip olmakla” ünlenen önemli şahsiyetlerdir!

Elbette ki din adamları değil arifler böyledir! Kimi din adamlarında hile, aldatma, kibir, enaniyet vs. gibi çirkin sıfatlar mevcuttur! Fakat arifler böyle değillerdir!

Mesih dar ağacına çekilinceye kadar şöyle dedi: “Ben Allah’ın oğluyum! Sizler de salih kimseler olur iseniz, sizlerde O’nun oğlu olursunuz!” Böylece bu yolu bizlere de açmış oldu! Yani Mesih hiçbir zaman “yalnızca Allah’ın oğlu benim!” demedi! Dediği söz şuydu: “Ben Allah’ın oğluyum, sizin de Allah’ın oğlu olmanız için, salih kullar olunuz!” Yani, öyle olur iseniz, siz de benim gibi olursunuz! Dolayısıyla Allah’ı görmenin ve onun varlığını hissetmenin tek yolu, tezkiyedir!

Nitekim birisi gelip imam Ali’ye şöyle sormuştu: “Ya Ali! Sen Rabbini gördün mü?” İmam:” Benim görmediğim Rabbe ibadet etmemi nasıl bekleyebilirsiniz?” dedi! Adam hayret etti! İmama: “O taktirde O’nu bana tarif eder misin!” dedi. İmam: “Yazıklar olsun sana, onu şu kafadaki gözler ile göremezsin, O’nu, iman gerçeği üzerinden kalp gözü ile görebilirsin!” diye buyurdu! Yani imanın güçlü olur ise, sen de Allah’ı batınında görmüş olursun! Bundan dolayı tüm arifler derler ki, “müminin kalbi, rahmanın arşıdır!” Yani kalp temiz olur ise, Allah’ı görür! Çünkü Allah, madde değildir, madde ve tabiat üstü bir varlıktır!

Peki vahiy nedir?

Vahiy ile ilgili bir takım farklı tasavvurlar vardır! Bunlardan bir kısmı batıl ve hurafe, bir kısmı ise doğru ve sahih tasavvurlardır!

Örneğin Hıristiyanlıktaki vahiy tasavvuru, “Allah’ı Mesih’in bedeni ile keşfetmektir!” Buna “Regülasyon/düzenleme” derler! İslam’da ise “inspirasyon” (kalbi ilham) derler! Görüldüğü gibi vahiyle ilgili farklı tasavvurlar vardır, fakat hepsi de doğrudur! Yani “Allah ilham ediyor” derken, bir tek enbiyaya ilham etmiyor, normal insanlara da ilham ediyor! Örneğin şayet insan bir durum ile karşılaştığında ve onun hayır mı şer mi ya da hak mı batıl mı olduğunu bilmediğinde, kalbine dönüp baktığında, bir gücün kendisini o işi yapmaktan menettiğini ve o işin çirkin bir iş olduğunu kendine fısıldadığını müşahede eder! O insan da kalbinden gelen o sesi dinlemeyip o işi yaptığında, sonradan aynı gücün onu kınadığını, dolayısıyla da o işi yapmaktan pişmanlık duyduğunu fark eder! Hasılı insanın kendi kendisini kınadığı konusu bilinen bir gerçektir! İşte böyle bir Allah, Muhammed’e vahiyde bulunmuştur, yoksa mutlak olan Allah Cebrail’i göndererek ona vahiy indirmemiştir! Bu gibi düşünce bütünüyle hatalı bir düşüncedir, batıldır, hurafedir ve aklın da hilafınadır! Aslında Cebrail’in varlığı da aklın hilafınadır!

Derler ki Cebrail’in 600 kanadı vardır ve her bir kanadından mercan ve yakutlar dökülüyordur! Peki Cebrail gayri maddi bir varlık değil midir? Onun şu kanatlar ile ne işi olabilir? Yani Cebrail soyut bir varlık ve ruh olduğuna göre, kanat vs. gibi şeylere nasıl ihtiyacı olabilir ki?

Diğer bir ifadeyle; üzerinde yaşadığımız şu dünya atmosferinde 20 km. sonra hava son bulmaktadır! Bu 20 km. hudutları içerisinde onun kanata ihtiyacı olduğunu farz etsek bile, peki ondan sonraki 7 göğe çıkmayı neyle yapacaktır! Yani oradan Kuran ayetlerini Allah’tan alacak, tekrardan yer yüzüne inecek ve durmadan da bu işi yapıp duracaktır! Hava olmadığına ve kanatları da bir işe yaramadığına göre, bu işi neyle halledecektir?

Hasılı, bu gibi inançlar tümüyle hurafe ve batıl inançlardır! Ve bunları yalnızca vahşi/bedevi insanların aklı kabul eder. Belki de Kureyşliler bile bunu kabul etmezler! Fakat hala dahi İslam alimleri nezdinde bu şekildeki vahiyden söz edilmekte ve hala dahi Cebrail’ in vahiy getirdiğine inanılmaktadır!

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum