MUCİZE BİR PARADOKS MUDUR? (II)
23 Mayıs 2025, Cuma 20:38Dedik ki, ilk önce mucizenin vuku bulmasının mümkün olup olmadığına bakacağız!
Ve yine, acaba mucize “makul” bir şey midir, değil midir? Onu inceleyeceğiz!
Mucizenin vuku bulmasının mümkün olup olmadığını incelemeden, onun makul olup olamadığını incelemeli olur isek, açıkça söyleyelim ki, bizce mucize makul bir şey değildir! Çünkü mucize, kendi içerisinde geçersizliğini barındırıyor! Zira şayet mucizenin tabii kanunları yok etmesinin aklen mümkün olduğunu kabul eder isek, o taktirde mucize ile nübüvveti ispat etmek mümkün olamaz!
Çünkü diyorlar ki mucize, sahibinin nebi olduğunun illetidir (delilidir!) Peki mucize illet (delil) kanununu yok eder ise, o taktirde nasıl delil olabilir?
Yani burada bir çelişki yok mudur? Öyle bir durumda illet (delil) kanunu ile matlubun (amaçlanan şeyin) varlığını nasıl kanıtlayabileceğiz? Çünkü mucize, o kanunu yok etmektedir!
Mucize ile ilgili “sübut” makamını izah ettikten sonra, şimdi de onunla ilgili “ispat” makamına geçeceğiz!
Mucizenin varlığını ve aklen olmasının imkân dahilinde bulunduğunu farz etsek bile! Peki acaba hariçte “mucize” diye bir şey vuku bulmuş mu? Yani aklen bunun hariçte vukuu mümkün mü?
Şimdi de bunun cevabını bulmaya çalışacağız!
Dedik ki, aklen “altından dağın” bulunması mümkündür! (Bu sübut makamıydı!) Şimdi ise (ispat makamında durarak diyoruz ki) acaba yer yüzünde, hariçte altından bir dağ mevcut mu?
Dindarlar bu gibi şeylerin hariçte var olabileceğinin mümkün olduğuna iman ederler! Yani yalnızca aklen mümkün olduğunu değil, pratik ve hariçte de var olabileceğini söylerler!
Fakat biz, aklen mucizenin var olabileceğini kabul etsek dahi, hariçte onun vuku bulmasının mümkün olamayacağına inanmaktayız ve bununla ilgili 9 neden sayabiliriz:
1- Bütün mucizeler binlerce yıl öncesine dayalıdır! Yeni vuku bulmuş bir mucizeden bahsedilmiyor!
Örneğin Nebi Muhammed’in mucizesi bundan 1400 küsür yıl öncesine, İsa Mesih’in mucizeleri 2000 küsür yıl öncesine, Musa Nebinin mucizeleri 3000 bin yıl öncesine, İbrahim ve diğer Nebilerin mucizeleri ise binlerce yıl öncesine dayandırılıyor! Ayrıca bu mucizelerin tümü bize, haberler kanalıyla ulaşıyor! Bunları bize ulaştıran haberin senedinde yer alanların da güvenilir/sıka olmaları ya da haberlerin mütevatir haberler olması icap ediyor!
Oysaki İsa’nın böyle bir mucizeye sahip bulunduğu, Musa’nın öyle olduğu, Salih ve İbrahim nebilerin o şekilde bulundukları ve Nuh tufanı olayı, bütün bunlar ve diğerleri bizlere, dünyanın en yalancı insanlarının ağızlarıyla intikal etmiştir! Yani Hıristiyan ve İslam dinine göre, Yahudiler insanların en yalancıları ve yer yüzünün en habis insanlarıdır! Bu halleriyle biz onların sözlerini nasıl doğrulayabiliriz?
Diğer bir ifadeyle biz, Yahudilerin kendi Tevrat, Telmut ve ahd-i kadim gibi kitaplarında rivayet ettikleri şeyleri nasıl onaylayabiliriz? Ayrıca Kuran’ın kendisi de Yahudiler hakkında: “Hem Davud hem de Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanetlendiler” (Maide: 78) diye buyurmuştur!
Onlar, Enbiya katilidir!
Böyle bir durumda insanlar onlara nasıl güvenebilir? İnsanlar kendi akıllarını onlara nasıl teslim edebilir? Çünkü onlar yalancının tekidir!
Şayet onlar “bizim nebimiz Musa’nın mucizeleri vardır” derse, o sözlerinin doğru olduğuna inanılmaz! Kısacası bu mucizeleri nakledenler güvenilir değil, yalancının tekidirler!
Ayrıca onların naklettikleri o mucizeler, tevatür yoluyla da tespit edilmiş değildir! Yani haber-i ahat’ dır ve Yahudilerin Ahd-i Kadim ve Tevratlarında mevcuttur. Biz Müslümanlar ve Avrupalı akil Hristiyanlar olarak tümümüz biliyoruz ki, Tevrat, İncil vs. de birçok yalan sözler mevcuttur! Kısacası kutsal metinlerde birçok efsane ve makul olmayan konular geçmektedir!
Örneğin Lut nebinin şarap içip sarhoş olduktan sonra iki kızıyla zina etmesi, Davud peygamberin baş komutanı Urya’nın hanımına göz koyması, İbrahim peygamberin zamanının Mısır Firavun’una eşi Sara’nın kız kardeşi olduğu yalanını satması vs. gibi birçok yalan sözler onların kutsal metinlerinde vardır!
Müslümanlar diyebilirler ki “evet, bizler kutsal metinlerde geçen bu türden hurafeleri tastık etmiyoruz, fakat bizlerin iman ettiğimiz şeyler, Kuran’da geçen konulardır”!
Yani Kuran’da geçen bir olaya bizler “haber-i vahit” tir diyemeyiz! Ve Yalancı Yahudilerin uydurması olarak da kabul edemeyiz! Çünkü Kuran’da geçen tüm konular doğru konulardır! Bunlar Kuran’da gelmiş ve mucize olarak zikredilmişlerdir! Peki bunlara ne denilebilir?
Deriz ki, bunların Kuran’da geçmesi doğrudur, fakat acaba Kuran bunları bir haber mahiyetinde mi bizlere aktarmıştır, yoksa bunların gerçekte vuku bulduğunu mu bizlere bildirmiştir?
Şayet bunlar güzel ve faydalı şeyler ise, peki Hatemü’l- Enbiya olan nebilerin en sonuncusuna niçin bunlardan verilmemiştir?
Yine kimi müşrikler ondan mucize talebinde bulunmasına rağmen Kuran; “çünkü senden öncekilere verdiğimizde onalar onu yalanladılar” demiş ve konuyu bıçak gibi kesmiş ve mucize konusuna kapıyı kapatmıştır!
Ayrıca, ileride de işaret ettiğimiz gibi, insan toplulukları çok farklı kültürel evreler geçirmiştir!
Söz konusu mucizeler, belki de önceki kültürler için uygun olabilirdi, fakat son nebinin ümmeti, kültürel evrenin zirvesinde olacakları için Cenabı Hak onun ümmetinin bu türden mucizeleri kabullenemeyeceğinden, ona bu türden şeyleri layık görmemiştir!
Tabii ki buna, ismini vermeyeceğim kimi Orta Doğulu düşünürlerin Kur'an hakkındaki düşüncelerinden yola çıkarak şu şekilde de cevap vermek mümkündür:
-“Kuran’ın kendisi haber-i vahittir! Yani Muhammed nebi güvenilirdir, fakat Cebrail meçhul bir varlıktır! Biz Cebrail’in kim olduğunu tanımış değiliz”!
Şunu da unutmamak lazım ki, bütün tarihi eser ve kitaplarda yer alan her konunun senedi vardır! Şayet bir olayın senedinde yer alan şahıslar içerisinde, tek bir şahıs dahi meçhul olursa, o rivayetin zayıf olduğu kararına varılır ve delil olarak kabul edilmez! Ayrıca o rivayet, delil olarak da gösterilmez! Çünkü şayet bir rivayetin senedinde 5-10 kişi yer alırsa ve biri hariç tümü güvenilir de olsa ve yalnızca bir teki dahi meçhullüğünü korusa ve kimse onu tanımaz ise, o rivayetin sahih olmadığı kabul edilir!
Elimizdeki Kuran da öyledir! Yani bunun ilk rivayetçisi Hz. Muhammed (s) sadıktır! İkinci rivayetçisi Cebrail ise meçhuldür!
Yani Hz. Muhammed’e (s) sorsak ki Kuran’ı nereden aldın? Cebrail’den aldım der. Peki Cebrail’i tanıyor musun? İşte sorun buradadır! Çünkü Cebrail meçhuldür! Hz. Muhammed onun melek olduğunu söylüyor, oysaki o, melek olmayabilir! Dolayısıyla Kuran’ın Allah’a olan senedi de güvenilir değildir!
Sonra o düşünür şöyle devam ediyor:
-“Elbette ki biz, Cebrail’in yalancı olduğunu söylemiyoruz! Fakat meçhul olduğunu da biliyoruz! Yani Allah’ı tanıyoruz ve Muhammed’in doğru olduğunu da biliyoruz, fakat Allah ile Muhammed arasındaki bu aracıyı tanımıyoruz”!
Şayet Hz. Muhammed (s) bu sözleri (Kuran’ı) direkt olarak Allah’tan aldığını söyleseydi ve de aynen Musa’nın 10 emiri direkt Allah’tan alıp getirdiği gibi yapsaydı, yani aracısız alsaydı, bu makuldü ve buna itiraz da olmazdı!
Fakat Hz. Muhammed diyor ki, ben bu kitabı direkt ve aracısız olarak Allah’tan almadım, Cebrail’den aldım ve o da Allah’tan aldı! Fakat biz, Cebrail’i tanımıyoruz ve bizim için meçhul bir varlıktır!”
Hz. Musa dağdan inince dedi ki bu getirdiğim hükümler (Tevrat), direkt Allah’tandır ve bir taştan levhanın üzerinde yazılıdır! Buna rağmen Musa’nın kavmi altından bir buzağı yapıp ona taptılar ve o da bu durumu görünce elindeki on emirin yazılı olduğu taştan levhayı yere atıp onu parçaladı! Oysaki Yahudiler o levhanın Allah’tan olduğunu biliyorlardı! Onlara düşen, o levhayı öpüp ona saygı göstermeleriydi! Ama Musa onların o saygısızlıklarını görünce, o levhayı kaldırıp yere vurdu ve paramparça etti.
Yani Yahudiler altın buzağıya tapmayla, amelen şunu gösterdiler ki Musa’nın getirdiği o hükümler Allah’tan değildir! Şayet Allah’tan olduğuna iman etselerdi, ona saygı gösterirlerdi. Hatta Kuran şu tabiri kullanıyor: “Tevrat levhalarını yere attı” (Araf: 150) Yani yere fırlatıp kırdı! Oysaki Musa da o hükümlerin yazılı olduğu taştan levhayı yere atıp kırmamalıydı. Önce onun saygınlığını koruyup sonra gidip kardeşi Harun’un yakasına yapışıp ondan hesap sormalıydı!
2- Cebrail’in o sözlerinin güvenilir olduğunu ve yine kutsal kitaplarda yer alan tüm bilgilerin mütevatir bulunduğunu kabul etsek dahi, “İsa ölüyü diriltiyordu, Musa asasını yılana çevirmiştir vs.” gibi sözlerin hiç birisi matluba (amaçlanan şeye) delalet etmemektedir! (Yani onun Allah tarafından nebi olduğuna delalet etmez)!
Mucizenin, onu getirenin nebi olduğuyla ilgili hiçbir irtibatı söz konusu değildir! Örneğin birisi gelip size dese ki, ben şu parmağım ile işaret edip şu binayı şu sokaktan alıp öteki sokağa intikal edebiliyorum ve pratikte de bu dediğini yapsa ve biz de onu gözlerimiz ile görsek, ya da bir ağacı buradan alıp başka bir bölgeye nakletse ve biz de ona şahit olsak, bizim ona en fazla söyleyeceğimiz; “bu şahısta olağan üstü bir güç vardır!” sözü olacaktır!
Onun illa da nebi biri olduğunu asla söyleyemeyiz! Çünkü bu iş ile onun yaptığı o işin, herhangi bir irtibatının bulunduğu aklımızın ucundan dahi geçmez!
Olağan üstü güç, insanların birçoğunda olabilir! Ama bunların nebi olduklarını kabul etmeyiz! Yani delil, müddea (dava konusu olan şey) kadar olmalıdır! Çünkü Müddea ile delil aynı şeylerdirler! Delil diyor ki, bu şahısta, (Musa) olağan üstü bir güç vardır. Muhammed’de de olağan üstü bir güç vardır! Ve mucize olarak da Kuran ile gelmiştir! Fakat acaba bu nebi midir, belli değildir! Yani örneğin dağdan bir deve çıkmıştır! O taktirde bu nebidir diyebilir miyiz? Bunların birbiriyle ne gibi bir irtibatı olabilir? Yani matlup (amaçlanan şey), bunun böyle olmasını gerektirmiyor! Bir kâhin de kimi zaman sizin gizli durumlarınızdan haber verebilir! Acaba bu, onun nebi olduğunun delili olabilir mi?
Kısacası bir mucize, en fazla sahibinin olağan üstü bir güç sahibi olduğuna işaret eder, onun nebi olduğuna değil! Örneğin İmam Humeyni’den de olağan üstü işler baş göstermiştir! İran Şahı’nın o kadar güçlü orduları ve dünya devletlerinin onun arkasında olmalarına rağmen, yine de Şah’ı devirdi! Fakat buna rağmen asla bir mucize gösterdiğinden söz etmedi! Oysaki Humeyni’nin yaptığını kimse yapamadı ve yine asla nebi olduğu iddiasında da bulunmadı!
3-Mucizenin, onu gösterenin nebi olduğunun delili olduğunu kabullensek bile, peki ona itaat etmemiz gerektiği nereden çıkıyor? Örneğin birisi belgeler ve şahitler ile gelse ve size, “ben filan Kral’ın oğluyum!” dese, şimdi o zat, Kralın oğludur diye bizim ona itaat etmemiz mi gerekir? Onun söyledikleri sözlerin tümünün de doğru olduğunu kabullenmemiz mi icap eder?
4- Enbiya’ ya, örneğin Musa nebiye: “Ya Musa! Sen nebisin! Nebi isen baş üstüne” demek olabilir, fakat sen; “sana itaat etmemiz gerekir” düşüncesini nereden çıkarıyorsun?
Ve yine senin söylediğin tüm sözlerin doğru sözler olduğunu neye dayanarak iddia ediyorsun?
Evet, bundan 3-5 bin yıl önce insanlar sana itaat edebilirlerdi, çünkü söylediğin o sözler o döneme has sözlerdi! Örneğin Muhammed döneminde inanç savaşları, cariye alımları, köle edinmeler, el-ayak kesmeler vs. olabilirdi! Fakat içerisinde bulunduğumuz bu dönemde bunlar olabilir mi?
5- Şayet mucizenin, onu getiren kimsenin nebi olduğuna dair bir delil olduğunu ve onu ispat ettiğini kabul etsek dahi, fakat ona itaati gerektirdiği konusunu nereden çıkartıyorsunuz?
Örneğin İblis’ te de mucize vardır! Çünkü iblis: “Rabbim! Ölüleri dirilteceğin güne dek bana süre tanı!” (Sad: 79) demişti. Allah da olsun dedi. Yani Allah, İblise de böyle bir mucize verdi! Fakat onun böyle bu mucizeye sahip olması, bizim ona itaat etmemizi gerekli kılmaz!
Yani kim diyebilir ki bizim Şeytan’a itaat etmemiz gerekir! Çünkü ona mucize verilmiştir ve bu mucizeyi Kuran dahi itiraf eder! Hasılı Allah ona mucize vermiştir diye, şimdi o nebi mi olmuştur! Dolayısıyla Peygamberler, hayır sever ve salih kullar oldukları için Allah onlara da olağan üstü güçler vermiş olamaz mı?
Acaba bizim; “Allah İblise sonsuza dek ömür vermiştir, çünkü onun salih amelleri vardı, öyleyse o da bir nebidir ve bizim de ona itaat etmemiz gerekir ve yine söylediği her sözün sadık olduğunu kabullenmemiz icap eder” dememiz doğru olur mu?
Yani Kuran diyor ki, Allah İblise mucize vermiştir! Fakat bu, bizim ona itaat etmemiz gerektiğine asla delil teşkil etmez!
(DEVAM EDECEKTİR!)
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum