İstanbul
03 Kasım, 2025, Pazartesi
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.81
  • ALTIN
    2412.9
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66248.09$

İSLAM ORDUSU MU, İSTİLA ORDUSU MU?

02 Kasım 2025, Pazar 20:52

Bizim akademisyenlerin yazdığı İslam tarihinde hem Emevilere hem Abbasilere övgüler dizilmektedir. Bu iki hanedanlık döneminde ele geçirilen yerler birer fetih hareketi olarak görülmekte, yapılan baskı ve zulümler ise görmezden gelinmektedir. Kısaca yapılan işgal ve istilalar “Cihad” olarak değerlendirilmektedir. Ancak yapılan işgal ve istilaların Kur’an’a uygun olup, olmadığına hiç bakılmaz. İşte bu makalemizde bunu ele alıp değerlendirmelerde bulunacağız.

Hz. Muhammed, Hicaz bölgesinde İslam devletini kurduğunda, kuzeyinde Doğu Roma, doğusunda Sasani İmparatorluğu bulunuyordu. Bu iki imparatorluk yıllardan beri savaş halindeydi. Hz. Muhammed bu iki güçlü devlete elçiler göndererek onları İslam’a davet etmişti. Cevap olumsuz olmasına rağmen, herhangi bir saldırı, işgal ve istila hareketinde bulunulmamıştı. Ancak Hz. Muhammed’in vefatından sonra Halife Ebubekir’den başlayarak bu iki devletle çatışmalar hız kazandı. İşgal ve saldırılar Halife Ömer ve Osman döneminde daha da hızlanarak devam etti. Bunun sonucunda Sasani İmparatorluğu’na ait topraklar ile Doğu Roma İmparatorluğu’nun Mısır ve Şam eyaletleri İslam devletinin denetimine geçmişti.

Bu işgal ve istilalar Emeviler ve Abbasiler dönemimde de devam etti. Öyle ki, işgal edilen bölgelerin bütün zenginlikleri talan edilirken, esir alınan kadın ve erkekler de köle pazarlarında satışa çıkarılıyordu. Direnenler ise, çok vahşi yöntemlerle katlediliyordu. Bu işgal ve istilalarla ilgili olarak bazı tarihi olayları naklettiğimizde, vahşetin boyutları daha net anlaşılacaktır.

Maveraünnehir bölgesinin önemli kentlerinden biri olan Buhara şehrinin yöneticisi Tuğ Şad, Miladi 718-719 yılında Çin imparatoruna şöyle bir mektup yazar:

“Son zamanlarda Arap haydutlarının istila ve yıkımlarından acı çekiyoruz. Ülkemizde huzur yok. Beni bu güçlüklerden kurtarmasını İmparatorun lütfundan bekliyorum…  Ayrıca Türgiş’e yardımıma gelmesi için emir vermenizi dilerim. Atlarımın ve askerlerimin başına geçeceğim. Uygun buluşmada Arapları baştan aşağı ezeceğiz.“  (Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, Aktaran Erdoğan Aydın, Nasıl Müslüman olduk, Sayfa, 109)

Karatekin Hanı ise, Çin İmparatoruna durumunu şöyle özetler:

“Arap yıkım yapıyor. Toharistan, Buhara, Taşkent, Fergana, hepsi Arap’a bağımlı oldu. Krallığımda hazinelerime, depolarıma, halkımın zenginliklerine Arap el koydu. Bunları alıp gittiler. Araplara emir verin de Krallığımdan aldıkları vergilerinden vazgeçsinler.” (Age, Sayfa, 110)

CÜRCAN DİRENİŞİ VE KATLİAMI

Arap ordularının işgal ve istilalarına uğrayan bir diğer kent Türklerin çoğunlukta olduğu Cürcan şehri idi. Küçük beylikler ve Hakanlıklar şeklinde şehirlerde hüküm süren Türk kavimleri birleşip ortak hareket edemiyorlardı. Bunda, Çinlilerin Türk Hanlarını birbirine karşı kullanmasının da etkisi bulunuyordu. Zira, aralarındaki husumet nedeniyle merkezi ve güçlü bir ordu kuramıyorlardı. Tek merkezden yönetilen Arap orduları ise, Maveraünnehir dahil Fergana’ya kadar olan toprakları ele geçirmişti. İşgal ettikleri şehirlerde altın, gümüş gibi değerli mallara el koyuyorlardı. Teslim aldıkları askerleri kılıçtan geçirip, kadın ve genç erkekleri ise, esir pazarlarında satıyorlardı. İşgal edilen yerlerden biri de Cürcan şehriydi. Şehir yedi ay Emevi ordusuna direnmişti. Şehir halkının bu uzun direnişi ve daha önceki eylemleri Emevi ordusunun başında bulunan Yezid Bin Mühelleb’i öfkelendirmişti.

Bundan sonrasını Taberistanlı tarih yazarı Taberi şöyle anlatmaktadır:

“Fatih Arap komutanı şehre girince bütün erkeklerin bir araya getirilmesini emretti. Eli silah tutanların hepsini kılıçtan geçirdi. Geçeceği yolun sağ ve soluna 4 fersah (24 km) uzunluğunda bir mesafeye dar ağacı diktirerek bu Türkleri astırdı. Diğer taraftan şehri Araplara istedikleri gibi yağma ettirmeyi de unutmadı.”

Cürcan şehri 716 yılında Arap orduları tarafında ele geçirilmişti. Ordu komutanı Yezid, Cürcan’a bir miktar asker bırakarak Taberistan’ı “fethetmeye” gitmişti. Cürcan halkı da bunu fırsat bilerek isyan etmiş, işgalci Arap askerlerini imha etmişti. Bunu öğrenen Yezid, şöyle der:

“Cürcan’lıları mağlup ettiğimde, üzerlerinden kılıcı kaldırmaya; ta ki, akan kanlarından değirmen döndürüp, unundan ekmek pişirip yemedikçe” diye yemin eder.”

Tarihçi Taberi, bu olayın devamını şöyle anlatır:

“Şimdi sıra Allah’a verdiği sözü yerine getirmeye gelmişti. Bu maksat için de 12 bin kişi ayırdı. Onları Cürcan’ın vadilerinden biri olan Enderhiz’e doğru sevk etti. Akıbetlerinin ne olacağından ve niçin toplandıklarından tamamen habersiz olan bu zavallılar Enderhiz vadisine gelince orada durduruldular. Ondan sonra Yezid yanındaki Arap askerlerine dönerek;

“Bunlardan intikamını almak isteyenler alsın “ emrini verdi.

“Enderhiz vadisinde kendilerini müdafaa edecek en küçük bir silahları olmayan bu esir Türklere Araplar büyük bir hışımla saldırdılar. Her Arap bir hamlede 4-5 Türk’ün birden işini bitiriyordu. “

“Yezid 12 bin kişiyi böyle feci bir şekilde kılıçtan geçirdikten sonra, tepeler gibi yığılıp kalan bu kafa ve gövdeler üzerine doğru suyun mecrasını değiştirdi. Bu kan nehri ilerideki bir değirmene ulaşıyordu. En sonunda Yezid, bu kanların öğüttüğü unlardan yapılan ekmeklerden yedi.  Böylelikle Allah’a verdiği sözü yerine getirmiş oldu. “(Tarihi Taberi, C. 3, Sayfa, 383-384, Aktaran Erdoğan Aydın, Age. Sayfa, 99-100))

Arap ordularının yukarıda bir örneğini verdiğimiz işgal ve istilaları hem ilahiyatçılar hem de İslam tarihçileri tarafından “FETİH” VE “CİHAD” olarak değerlendirilmektedir. 

Peki bu saldırı ve işgaller Kur’an'a uygun muydu? Kur’an’daki ayetlere baktığımızda uygun olmadığını görebiliriz.

BAKARA suresi 190. Ayet: “Size savaş açanlarla Allah yolunda çarpışın. Fakat haksız saldırıda bulunmayın. Çünkü Allah, haksız saldırıda bulunanları sevmez”

KALEM SURESİ 52. AYET: “Kur’an öğütten başka bir şey değildir.”

ARAF SURESİ 33. AAYET: “Rabbim şunları haram kıldı; iğrençlikleri, günahların görüneni, gizli olanını, haksız yere saldırıyı haram kıldı.

ENAM SURESİ 151. AYET: “Allah’ın saygın ve aziz kıldığı cana bir hakkı savunmak dışında kıymayın. Allah bunu size önerdi ki, aklınızı işletebilesiniz.”

MÜMTEHİN SURESİ 8. AYET: “Allah din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarından çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez. Çünkü, Allah adaletli olanları sever.”

Ayetlerden de anlaşılacağı gibi, yapılan işgal ve istilaların Kur’an’a aykırı olduğu görülmektedir. Nitekim, Hz. Ali, ilk üç halife dönemindeki hiçbir işgal ve istila hareketine katılmamıştır. Zira bunun haksız bir savaş ve İslam adına olmadığının bilincindeydi. İşte Hz. Ali’nin İslam anlayışı ile diğer üç Halifenin İslam anlayışının farklı olduğu burada da görülmektedir. Zira Hz. Ali, Hz. Muhammed’den Kur’an’ı özümseyerek öğrenmiş ve vahiy katipliğini yapmıştı. Bilgisi ve ilimi de buradan geliyordu.

Hz. Ali, Halife olarak görev yaptığı beş yıl boyunca da komşularına karşı hiçbir fetih, işgal ve saldırı hareketinde bulunmamıştır. Hz. Ali’nin bu onurlu duruşu bizim İslam tarihçileri tarafından pek dile getirilmez. Varsa yoksa Arap ordularının kazandıkları "Zaferler” ve buna düzülen övgülerdir. Olayları sorgulamak, analiz etmek gibi bir anlayışları bulunmamaktadır. İslam dininin özü olan iyi ahlak, hak, adalet ve iyi insan olma ilkelerini hiç gündemlerine almazlar. Bu anlayış maalesef tüm İslam coğrafyasına hakim durumdadır.

İslam coğrafyası, Emevilerin ve Abbasilerin bu İslam anlayışından kurtulmadıkça ne ilimde ne de bilimde dünyada bir yere ulaşamaz. Bu “Hamaset” ve “Fesat” kültüründen kurtulması için cesur aydınlara ve ilahiyatçılara ihtiyacı var.

 

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum