CUMHURİYET BAYRAMI
27 Ekim 2025, Pazartesi 22:07Her 29 Ekim’de, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyet ile ilgili evrensel düşüncesi hatırlanınca, düşünce ufkumuz genişler, içimizdeki fırtına diner, biz susarız adeta, O’ konuşur. Dünya liderlerinin Atatürk hakkında söylediklerine kulak verince de acaba bizde bir şeyler söyleyebilir miyiz? Derken, söze Mustafa Kemal’in hangi erdeminden başlasak diye zorlanırız;
Acaba Cumhuriyet’ten mi? Bahsetsek, yoksa yoksulluk içerisinde başardığı ulusal kurtuluş savaşı veya devrimlerine mi? değinsek, konu Başöğretmenlik mi olsun? Yoksa Başkomutanlık mı? Veya Başçiftçilik mi? Diye düşünce deryasına dalarız.
Bugün yeryüzünde Mustafa Kemal gibi ulusunun hem Başkomutanı hem de Başöğretmeni olan bir lider görülmemiştir. İşte bu nedenle çoğunun anlayamadığı, kavrayamadığı hatta inanamadığı Atatürk misyonu karşısında ister istemez bizim susmamız, Atatürk’ün konuşması gerektiğini düşünürüz.
Çünkü, bugün Japonya ve Çin’in hala beceremediği Harf inkılâbı nasıl başarıldı? Atatürk bunu ordu ocağında “Ali Okulu” projesi ile “Eğitmen” adını verdiği askeri misyonlu insanlarla nasıl başlattı ve bu sonucu nasıl aldı, hayret konusudur. Zira, “Ali Okulu” misyonu, Yüce Peygamberimizin “Ben ilim şehriyim. Ancak, bu şehrin giriş kapısı Ali’dir.” sözündeki öngörü ile Türkiye Cumhuriyeti’nin bayrağına da “Ay” aydınlatıcı simge olarak işlenmesi bir tesadüf mü?
Buradaki aydınlatıcı simge zamanla Türk Milli Eğitimi’nin fener alayı yürüyüş törenlerinde yakılan meşalelerle temsil edilmiş, Mustafa Kemal Atatürk “Hayatta en hakiki mürşit bilimdir, fendir.” sözüyle de duygu, düşünce ve inançta evrenselliği işaret etmiştir. Türk kültüründe ordu kutsaldır. Bu kutsal ocakta başlatılan bu ilk adım, eğitim sistemimizin Ali Okulu, Halkevleri ve Köy Enstitüleri Projeleri ile de insanımızın düşünce ufku açılmıştır.
Aydınlanmaya açılan bu kapıdan “Urfa’da sanat ve edebiyatın en canlı olduğu, bir nebze de olsa halka indiği dönem Halkevlerinin faaliyette bulunduğu dönemdir. Birçok Urfalı sanatçı Halkevlerinde yetişmiş veya sanatla orada tanışmıştır.”
Cumhuriyet’in yurttaşları bunu nasıl başardılar. Dil ve Tarih bilimcilerin bile hayrete düştüğü bu konularda. Bir Başöğretmen olarak Atatürk, Milli Eğitim Bakanı’nın öğretmen yokluğunun çaresizliğini görünce, üzülme Saffet her şeyin bir çaresi vardır der.
“Ordu’daki Çavuş ve Onbaşıları üç veya altı aylık bir kurs sonrası “Eğitmen” olarak görevlendiririz olur biter.” derken, bu dahi insan ilerisini nasıl görüyordu? Neyine ve kime güveniyordu soruları hala bazı kafaları karıştırıyor.
Çünkü bu işler kolay bir iş değildi. O günler içinde bulunulan durumda insanlar eğitimsiz ve çaresiz bırakılmıştı, ancak çalışkandı. Atatürk işte bu insanlara güveniyordu.
Bir defa Atatürk düşüncesinde insan onuru en büyük bir değer olarak kabul edildiğinden İzmir’in işgalden kurtarılmasını müteakip, “Yunan bayrağını yakmak isteyenleri” engelleyerek, “Bayrak bir milletin bağımsızlık alameti onurudur. Düşman da olsa hürmet etmek lazımdır.”demekle günümüzdeki liderlerin düşünemediği bu öngörüyü nasıl düşünmüştü. Savaş heyecanını dizginleyen erdem ne idi?
Atatürk neden Yunan bayrağını çiğnetmemiştir. İşte bütün bunlarda Atatürk’ün, ulvi düşüncesinin emekçiden yana oluşu ve insanlığa hizmet eden alın teri emeğe saygısını düşünmek gerekir.
Türkiye Cumhuriyeti kurulunca bütçe kanunu hazırlanırken Atatürk’e; “Paşam maaşınız ne kadar olsun.” diye sorulduğunda; Öğretmenin maaşını geçmesin.” diye uyarması düşündürücüdür.
Ulusun kurtarılması için başlattığı Ulusal Kurtuluş Savaşı sonunda kurduğu Cumhuriyette, Osmanlı’nın kendi halkına reaya, sürü, kaba dediği düşünce yapısına karşı, yurttaş kimliği ile “Türk, öğün, çalış güven” duygusuyla övünmesini ister. Bir gün “Behçet Kemal Çağlar’a kendisinde gördüğü tüm nitelikleri anlatan bir şiir yazmasını ister.
Kısa zamanda yazılan uzunca şiiri baştan sona dinleyen Atatürk; “Olmamış. Benim asıl kişiliğim öğretmenliğimdir. Ben milletin öğretmeniyim, bunu yazmamışsın.” der.
Bir Başöğretmen olarak, peki bunlar kolay mı oldu? Hayır işte buna bir örnek, Ulusal Kurtuluş Savaşı sonunda, Atatürk’ün asıl dehası yoksul bir Ulus’u kurtarması ve ayağa kaldırmasıdır ki, bunu anlamak için kurduğu Cumhuriyet Hükümeti’ne o günün şartlarında memur yetiştirmek için yakın çevresine Ankara Saman Pazarına gidin de eli ayağı temiz, iş becerebilir köylüleri seçin getirin memur yapalım der.
Bu yoksunluklar içerisinde kurulan Cumhuriyet’in içte ve dışta karşısında yer alan güçler, işbirlikçiler ve bu başarıları hazmedemeyen kompleks içerisinde bulunanlar, Üstelik İngiliz ve Fransızlarla işbirliği yaparak insanlarımıza o acı günler yaşatırlar.
İlk emri “oku” olan bir dinin yüce Peygamberi Muhammed Mustafa; “Ben ilim şehri Medine’yim. Bu şehrin giriş kapısı Ali’dir.” Derken, Hazreti Ali ise; “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” tevazusunda bulunur.
Hacı Bektaş Veli; “İlim yolundan gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.” Düsturu ile karanlıkları aydınlatacak yolu gösterirken, ulu önder Mustafa Kemal Atatürk ise “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir.” öngörüsüyle yurttaşlarına cumhuriyet yolunu işaret etmiş, Ordu ocağında “Ali Okulu” maya tutmuş, kara tahta başına geçmiş vatandaşın eğitimi ile de birebir ilgilenmiştir.
“Kurtuluş savaşı zaferle sona ermiş; vatan ve millet kurtulmuştu. Bazıları sanıyordu ki, Atatürk’ün önderlik rolü artık bitmişti. Hâlbuki onun kalbinde Türk milletinin yüzyıllardan beri şifa bulmayan yaraları kanıyordu; anavatandan düşmanı kovmakla her şey tamam oluyordu; o tekrar gelebilirdi. Bunun önüne geçmek için kökleri içimizde olan sebepleri de yok etmek lâzımdı. Atatürk en büyük derdin, halkın cahilliği olduğunu görüyor; onun kafasını aydınlatınca hızla yükseleceğini biliyordu. O sırada arkadaşlarından biri sordu:
- İşte memleketi kurtardınız. Şimdi ne yapmak istersiniz?
- Maarif Vekili olarak millî kültürü yükseltmeye çalışmak en büyük emelimdir.
Maarif vekili olmadı, Cumhurbaşkanı oldu. Fakat bütün inkılaplar gibi Maarif İnkılâbı da onun eseridir. Halkın kültür bakımından yükselmesine başlıca engel, Arap harfleriydi. Atatürk, 1927’de kararını verdi; 1928 kış ayları hazırlıkla geçti. Ağustosun dokuzuncu perşembe günü İstanbul’da Sarayburnu’nda, “Cumhuriyet Halk Partisi” nin düzenlediği bir müsamerede halkla konuştu ve kararını bildirdi; Lâtin harfleri kabul edildi.
Savaşta Başkumandanlık eden Atatürk, “Başöğretmen” de oldu. Seyahat ettiği yerlerde halkı imtihan etti ve dersler verdi.”
“Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip merhumun zamanında Atatürk’ün uyarmasıyla köy okutma davasını ele alan bir Köy Komisyonu kuruluyor. Uzun hikâyeler arasında içinden çıkılmaz bir konu karşısında kalıyoruz.
Bütün köylerde birer okul açmak kolay, fakat bu kadar okula öğretmen bulmak müşkül… Buna karşı aramızda, çavuşlardan askeri görevi gibi köy öğretmenliği ile mükellef bir kadro yetiştirecek ve bunun için de kurslar açmak tezini savunanlar çoğunlukta.
Nihayet sorun, Reşit Galip tarafından Atatürk’e arz ediliyor. Bakın merhumun raporuna Atatürk ne yazmış: “Köy öğretmenliği, üniversite profesörlüğünden daha güç ve mühim bir iştir. Bu kadar ciddi bir mevzuyu böyle hafif tedbirlerle halletmeye çalışmak yanlıştır!”1 der.
Karanlığa ışık yakmanın simgesi “Fener Alayı” hem Türk Ordusunun hem de Milli Eğitim öğrenim kuruluşlarının kutladığı Milli Bayramlarda akşamları meşale olarak ana caddelerde taşınırdı.
Atatürk, tarihin büyük simaları içinde en çok kimleri beğenirdi?.. 1924 Mart’ının 3’üncü günü Meclis kürsüsünde hilafet söylevinde, En çok takdir ettiği kumandan Timur’du. “O, sizin yerinizde olsa, yaptıklarınızı yapabilir miydi?” diyene, O, bunu bilmem, fakat ben onun yerinde olaydım, yaptıklarını yapamazdım” dedi. Fakat, yeryüzünde kendisinin en hayran olduğu kimse şüphesiz ki, Hz. Muhammed idi. Onun devlet kurmaktaki şefliğine hayrandı. Hiç yoktan devlet kurmak… Kendi yaptığı iş de bu bakımdan ona benzemiyor mu?”2
Acaba bunu kim görebildi: “Bir gün Matematik öğretmeni Mustafa Bey: “Oğlum senin adın Mustafa, benimki de Mustafa. Bu böyle olmayacak. Arada bir ayrım bulunmalı. Bundan böyle senin adın Mustafa Kemal olsun” dedi, bunu okul kütüğüne işletti.”3
Atatürk Ordu Ocağı’nda “Ali Okulu” projesi ile “Eğitmen” adını verdiği askeri misyonlu insanlarla nasıl başlattı. Cumhuriyet’in yurttaşları bunu nasıl başardılar. Dil ve Tarih bilimcilerin bile hayrete düştüğü bu konularda.
Bir Başöğretmen olarak Atatürk dönemin Milli Eğitim Bakanı’nın ümitsiz ve çaresizliğini görünce Üzülme Saffet her şeyin bir çaresi vardır. “Ordu’daki Çavuş ve Onbaşıları altı aylık bir kurs sonrası Eğitmen olarak görevlendiririz olur biter” derken Ulusal Kurtuluş Savaşı Başlatıldığında daha da karamsar olanlarla Atatürk arasındaki diyalog çok ilginçtir.
Yahya Kemal Diyor ki; “O gece herkes gibi ben de Atatürk’ün konuşmalarıyla mest olmuştum. Sabaha doğru dağıldık. Giderken Atatürk’ün böyle bir dünya görüşüne nasıl ulaşabilmiş olduğunu düşünüyorum. Atatürk’ün hayatını hep biliyoruz. Askeri okullarda okumuş ve sırtından asker üniformasını çıkararak politikaya girmiş. Onun okuduğu okullarda felsefe diye bir ders yok.
Bu çeşit kitapları aslından okuyabilecek kadar Fransızcası olduğunu da sanmıyorum. O yıllarda bu kitapların pek azı dilimize çevrilmişti. Peki bunca kültürü Atatürk nereden aldı. Çözemedim!... Ertesi akşam arkadaşım Ruşen Eşref’e yemeğe çağrılıydım. Ruşen’e akşam ki konuşmayı anlattım. Ruşen hiç şaşmadı, sözlerimi tabii karşıladı.
“Atatürk’ün hizmetinde bulunanlardan Cemal Granada ise, Atatürk’le Vasıf Çınar arasında geçen bir konuşmayı anlatırken; O’ndaki okuma alışkanlığının çocuk yaşlarında kazanıldığını da belirtir.
“Boş zamanlarında Atatürk’ün elinden tarihle ilgili kitapların düşmediğini hatırlarım. Bir gün yine Atatürk, tarihle ilgili kalın bir kitap okuyordu. Öylesine dalmıştı ki, çevresini görecek hali yoktu. Bir sürü yurt meselesi dururken Devlet Başkanının kendini tarihe vermesi, Vasıf Çınar’ın biraz canını sıkmış olmalı ki, Atatürk’e şöyle dediğini duydum:
- Paşam!.. Tarihle uğraşıp kafanı yorma… 19 Mayıs’ta kitap okuyarak mı Samsun’a çıktın?
- Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydım, bu yaptıklarımın hiçbirisini yapamazdım.”4
İşte bu okuma alışkanlığıdır ki, Mustafa Kemal Atatürk Türk ve Dünya uluslarının tarihini bilen biri olarak, Türk toplumun geleceğini bilim ışığı doğrultusunda gerçeklere bağlı bir Başöğretmen olarak Türkiye Cumhuriyetini kurmuştur.
29 Ekim 1923 Cumhuriyet Bayramımızın 102. Yıldönümü Kutlu Olsun.
*****
1- Niyazi Ahmet Banoğlu, “Nükte ve Fıkralarıyla Atatürk”, İnkılâp ve Aka Yelken Matbaası, İstanbul, 1978, s.92-93-308-456
2- Niyazi Ahmet Banoğlu, “Nükte ve Fıkralarıyla Atatürk”, İnkılâp ve Aka Yelken Matbaası, İstanbul, 1978, s.610-611; İsmail Habip Sevük
3- Muammer Yüzbaşıoğlu, “Atatürk’ü Anlamak”, Remzi Kitabevi, 1981, s.16; Soyadı olarak “kemal” belki de künye olarak, “Muhammed Mustafa” idi, kim bilir?
4- Cemil Sönmez, “Atatürk ve Okuma Sevgisi”, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları: 1532, Ankara, 1994, s.65-66-99-100; Turhan Gürkan, “Atatürk’ün Uşağı İdim”, Anlatan Cemal Granada, İstanbul, 1973.


Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum