MİLLİ KÜLTÜRÜMÜZDE ALEVİLİĞİN ROLÜ
07 Ağustos 2025, Perşembe 09:59Alevi-Bektaşilik sadece dini alanda değil doğaya, aşka, ayrılığa, hüzne, sevince, mateme, kıvanca yani; insani olan her şeye dair kültürel alanda da çok güçlü ve zengin bir birikime sahiptir.
Öte yandan şunu da kaydetmek gerekir ki, Alevi-Bektaşi kültürü sadece ülkemizin değil, aynı zamanda Balkanlardan, Ortadoğu ve Horasan’a kadar geniş coğrafyanın en önemli kültürlerinden biridir. Birçok millete ve halka nasip olmayan bir kültürel birikim Alevi-Bektaşi inancına bağlı olarak üretilmiştir.
Bunun yanında, şunu da eklemek gerekir ki, ülkemiz nüfusunun kahir ekseriyetini teşkil eden Anadolu Türklüğü, tarihinde de büyük oranda Alevi-Bektaşilik dairesi içerisinde veya en azından “Alevi meşrep” bir yapıya sahipti. İslam coğrafyasının birçok yerinde yaşanan mezhep savaşlarının ülkemizde yaşanmamasının temel nedeni de budur. Bu gerçeği görmek gerekir.
Bu özellikleri dikkate alındığında, Türkiye’de, (ideolojisi her ne olursa olsun) kültürel derinlik ve egemenlik sağlamak isteyen her iktidarın Alevi-Bektaşi kültürünü dikkate almak ve ondan istifade etmek zorunda olduğunu tespit etmeliyiz. Çünkü Alevi-Bektaşi kültürü, Türkiye’nin en güçlü kültürel damarlarından biridir.
İKTİDAR VE KÜLTÜREL EGEMENLİK
Siyasal iktidar ile kültürel egemenlik birbiri ile yakın ilişkisi olan kavramlardır. Böyle olmakla birlikte siyasal hatta ekonomik iktidarların her zaman kültürel egemenlik inşa edebildiğini söylemek mümkün değildir. Çünkü, her şeyden önce, siyasal ve ekonomik iktidar güce, kültürel egemenlik ise rızaya dayanır.
Siyasal iktidar gücünü kitlelere doğrudan hissettirir ve yeri geldiğinde kitleler üzerinde zor kullanabilir. Ancak, kültürel egemenlik ise iktidarın dışında kalan kitlelerin rızasını almak zorundadır. Kültürün zor ve dayatmayla yol alabilmesi, benimsenmesi mümkün değildir. (Bu noktada, Alevi-Bektaşiliğin yüzlerce yıldır asimilasyon baskısına karşı direncinin temel ögesinin sosyo-kültürel zenginliği ve dinamizmi olduğunu da belirtmek gerekir.)
Batı emperyalizminin siyasi ve ekonomik ilişkilerinin yanında, hatta onlardan daha da önemli olarak, kültürel egemenliği önemsemesi de, “toplumsal rızalık” unsurunun emperyalizm lehine ve milli kültür aleyhine oluşturulması amacını güder. Çünkü, emperyalizmin 19. ve 20. yüzyıldaki küresel egemenlik deneyimleri yerel iktidarların direniş gücünün milli kültürün derinliği ve zenginliği ile bağlantılı olduğunu göstermiştir.
Türkiye gibi zengin tarihsel ve kültürel birikimi olan ülkeler emperyalizmin “kültürel yayılmacı” girişimlerine kısmen direnebilseler de, özellikle üçüncü dünya ülkelerinde bunun neredeyse mümkün olmadığını ve “küreselcilik” saldırısı ile dünyanın “mono-kültürel” bir köye dönüştürüldüğünü tespit ediyoruz.
Şunu da altını çizerek kaydetmek gerekir ki, küreselci emperyalist kültürel saldırının püskürtülmesi de milli kültürün devletler eliyle desteklenmesi ve toplumsal işlevinin güçlendirilmesine bağlıdır. Alevi-Bektaşiliğin zengin kültürel birikiminin her şeyden önce, ülkemizin milli kültürünün bir parçası olarak, emperyalist kültürel yayılmacılığa karşı kuvvetli bir direnç unsuru olduğunu dikkate almak zorundayız.
ALEVİ-BEKTAŞİ KÜLTÜRÜNÜN İSTİSMARI
Öte yandan, devleti düşmanlaştıran aşırı sol ve etnik siyasi yapıların ülkemizde sayısal çoğunluk yaratamadıkları halde, sosyo-kültürel egemenlik kurabilmelerinin Alevi-Bektaşi kültürünü işleme yetenekleri ile bağlantısı da açıktır.
Bu türden “yıkıcı siyasi unsurlar” toplumsal siyaset alanında varlık gösteremeseler de, yarattıkları “kültürel egemenlik” dayanağını asıl olarak Alevi-Bektaşi kültürünün istismarından alıyorlar. Hatta, inançsal yanı ile hiçbir düzlemde temas kuramazken, bu çevrelerin Alevi-Bektaşi kültürünü fütursuzca işlemelerinin geniş bir istismar alanı yarattığını da söylemeliyim.
Çoğunlukla inançsız olsalar da, herhangi bir Alevi-Bektaşi nefesi/deyişi söylemeyen tek bir “solcu müzisyen olmayışı”, bu tespitimi doğrulamaktadır. Bu durumun “normalleşmiş” olarak algılanması, ancak aynı müzisyenin (örneğin Cem Karaca’nın) Sünni meşrepli bir ilahi seslendirmesi durumunda tepkinin sert ve olumsuz olması, tespitimin haklılığının sağlamasıdır.
Temelinde yer alan İslam inancını ve Türk kültürünü budayarak, Alevi-Bektaşi deyiş ve nefeslerinin içini sözde “sınıfsal” argümanlarla ve diğer “sol slogan” unsurlarla doldurarak hedeflenen “şey”, ideolojiyi toplumsal katmanlara yaymaktır. Bugün de devam eden bu “istismarcı girişim”in kanatları altında Ali’siz inkarcılığın büyüdüğü ve yine bu çevrelerden himaye gördüğü de tespit edilmesi gereken diğer bir gerçekliktir.
Batı emperyalizminin kültürel saldırısı ve sözde “sol” çevrelerin istismarının her ikisinin de Alevi-Bektaşi kültürü üzerinde dejeneratif yıkıcı etki yarattığını ve böylece milli kültürün zarara uğradığını da dikkate almak gerekir.
DEVLET VE ALEVİ-BEKTAŞİ KÜLTÜRÜ
Öncelikle altını çizmek gerekir ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararlılığı sayesine gerçekleşen Alevi-Bektaşi toplumuna yönelik yapılan düzenlemeler, Türkiye Cumhuriyeti’nin evrensel değerler ve milli hassasiyetler temelinde inşa edeceği bir kültürel egemenlik için güçlü ve derinlikli imkânlar sunmaktadır. Türk kültürünün en önemli sütunlarından birisi olan Alevi-Bektaşi kültürü, ruhu ve özü itibarıyla devlet-toplum geleneğimizle de büyük bir uyum içindedir.
Alevi-Bektaşi kültürünün Ali’siz inkarcılar başta olmak üzere, istismarcı çevrelerin elinden alınıp devlet-toplum bütünlüğü içerisinde halkla buluşturulması açısından, Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’nın hayati önemde rol üstlenebileceği açıktır.
Gerçekten de, önceki başkan Ali Rıza Özdemir’in bu yönde çalışmalarının büyük etki yarattığını gördük. Son bir yıl içinde başkanlık çalışmalarına 50’nin üzerinde sanatçı katıldı. Şimdilerde ünü Türkiye’yi de aşan Zelişan&Mustafa ekibinin Mustafa’sı gibi, yarışmalarla keşfedilen onlarca genç yetenek toplumla buluşturuldu.
Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hızır, vb. temalı dinletilerle Alevi-Bektaşi yolunun inanç ve temel kültürel değerleri sadece Alevi-Bektaşi toplumuyla değil Sünni toplumla da buluşturuldu. Aynı şekilde, TRT Müzik kanalında yayımlanan temalı dinletiler de hem Alevi-Bektaşi toplumu üzerinde pozitif enerji yarattı, hem de toplumsal barışa büyük katkı sağladı. Bilet satın alınarak gidilen etkinliklere dönüştürüldüğünde de bu konserlere ilginin artmaya devam etmesi, verilen kararların hem toplumsal, hem de kültürel bağlamda ne kadar doğru olduğunu gösteriyor.
Öte yandan, Alevi-Bektaşi toplumunun anma günleri ile kültürel etkinliklerine verilen desteği de unutmamak gerekir. Düzenlenen yüzlerce etkinlik ve yüzlerce STK’ya verilen etkinlik desteği de Alevi-Bektaşi toplumunun devletle kucaklaşmasının yolunu açtı. Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’nın içerik ve organizasyon açısından müdahale etmeyerek, etkinliklerin kendi geleneksel seyri içinde devam etmesine ve yerel organizasyonların özgürlüklerine saygı göstermesinin de bu tür çalışmaların metodolojisi hakkında kıymetli deneyimler olduğunu düşünüyorum.
Önemli olmayan birkaç istisna dışında, Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’nın yaklaşımının Alevi-Bektaşi toplumunda karşılık bulduğunu, inancın tedricen siyasi istismar alanı olmaktan çıktığını gördük. Açıkça ifade etmem gerekirse, Başkanlık desteği, Alevi-Bektaşi STK’larının etkinliklerini siyaset sınıfına malzeme olmaktan büyük ölçüde kurtardı. Bu noktada, önceki Başkan Özdemir’in bu alana devlet adamı kimliği ile yaklaşmasının, siyasi angajman konusunda hassasiyet göstermesinin de büyük rolü olduğunu vurgulamam gerekir. Siyasi angajmanı dışlayan bu duruş sayesindedir ki, kendini bilmez üç beş kişi dışında, toplum Başkanlığa inandı ve güvendi. Bu tutumun titizlikle devam ettirilmesinin elzem olduğunun da altını çiziyorum.
Alevi-Bektaşi kültürünü istismarcı çevrelerin elinden kurtarmak, inançsal ve tarihsel zenginliğini koruyarak varlığını sürdürmesini ve güçlenmesini desteklemek, sebatla devletin milli kültür politikalarının başat aktörlerinden birisi haline getirmek, Ali’siz inkarcılara yeni alanlar açmamak herkesin ve her kesimin yararınadır. Bu konuda Sayın Cumhurbaşkanımızın öncü ve Sayın Devlet Bahçeli’nin yönlendirici rolüne bugün daha fazla ihtiyaç olduğu kanaatindeyim.
Farklı bir şekilde ifade etmek gerekirse; Türkiye’de sadece Alevi-Bektaşi kültürü ile Batı’nın kültürel egemenliğini kırmanın imkânı elbette, yoktur. Ama Alevi-Bektaşi kültürü olmadan Türkiye’de milli kültürel egemenlik yaratmak da mümkün değildir.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum